, 0 Fısıltı Rüya

Bulutların üzerinde. Mutlulukla aynı yükseklikte ama öyle uzak ki. Bulutlar pamuk tarlası gibi ama bir o kadar boş ki... Atlasa o pamuklar tutar mı ki, düşmez mi ki taa aşağılara

- Kötü bir rüya...
- Hayat mı?
- Ben, içim, o, öbürü
- Ağlaksın yine üff
- Islanmadan... Neye yarar ki. Gözüm, karnım, gülüşüm bile ağlamayı reddederken ben ağlamaklıyım. Yalnızlıktan.
- Sen yalnız görmemişsin
- Onlar benle değil ki, ben hiç kimseyle değildim ki. Kurtulsam kendimden, salsam kendimi, kurtulsam kendimden, ev hanımı olsam bilmeyen. Bilmesem, görmesem. Görsem de anlayamasam, bu kadar ortada ve apaçık olmasa hayat. Beynimle görmesem de uğraşmasam, bıraksam kendimi bilinmezliğe... Daha kolay, daha aptal...
- Yok, olamazsın. Sen artık katili görmüş, acıtanı hissetmiş ama hiçbir şey yapamayanlardansın
- Aldatılsam bilmesem, aldatsam ama acısını hissetmesem, çok sevsem ama hep bir gün biteceğini, geçeceğini bilmesem
- Rüyadan uyansan nasıl olur artık?
- Hep uyanığım ki zaten. Sorun da bu ya
- Uyanıklık marifet değil öyle mi?
- Bu zamanlar yitirmek istiyorum akıllı yanımı, olacakları görmesem, kendimi bu kadar iyi bilmesem istiyorum
- Yoruldun değil mi?
- Hem de çok.
- Dinlensen, dinlendirsen beni biraz?
- Dinlenmek istemiyorum. Dinlenmek istiyorum, o dinlesin beni. Ona konuşayım, yüzüme bakıp yarı hınzır, yarı davetkar gülümsesin. Gerekiyorsa aldatsın razıyım. Yeter ki, bozsun şu huzurumu, dağıtsın beni.
- Kim ki o?
- Sorun da bu. O yok. O benim. Onu ben yaptım, içime koydum ama içimden başka hiçbir yerde yok şimdi. Yapmasaydım, sevmeseydim...
- Sevmesen sen böyle mi olurdun? Sevdikçe güzelleştin, ama kendine yazık ettin.
- Sanırım ben kavgacı tiplerden değilim. Ama hayat beni öyle sanıyor. Gelmese artık bu kadar üstüme. Bu kadar bilindik gelmese... Tersten vursa şöyle, afallatsa yine beni. Şu keskinliğimi, bilmişliğimi, sakinliğimi alsa
- Çeliş bakalım, daha ne kadar çelişeceksin.
- Çelişmese insan sever mi ki? Çelişmese arar, özler mi ki? Kim başkasını kendinden daha çok sevmiş ki? Aradığımız sevdirmek değil mi ki? Sevsin birileri bizi, sevsin haketmesek de. Bir gün onun sevgisi yetmeyecek olsa da başka sevgilerle tazelenmek istesek de, o bunu bilmeden sevmeye devam etse. Her dönem bizi biri sevse, her farklı sevse

* * *

  0 Fısıltı Dolu

Dışarıda yağmur yağıyor. Hem de dolu dolu... Taneler düşerken aşağıya, o göğsünü göğe çevirmiş, yüzü yağmur bulutlarından belli belirsiz hale gelmiş güneşe dönük.

Dünyayı garipsiyor. Daha önce hiç görmemiş... Çatılar aşağıda, bulutlar hemen önünde sanki... Başı dönüyor ama çok hoşuna gidiyor bu yenilik

- Gir içeriye, ıslatıyosun ikimizi de
- ...
- Düşeceksin
- ...
- Düşeceksin diyorum! Hem sen korkmuyor muydun yüksekten? Nasıl sarkıyorsun ki böyle. Ya o tutunduğun pencere sökülüverse duvardan?
- Kokla
- Ne?
- Kokla diyorum
- Üff
- Ellerime çarpsın dolu taneleri, acıtsın elimi, kolumu, aptalca güldürsün yüzümü, unuttursun olanları, temizlesin aka aka...
- Gir içeri
- Uzaklarda gürlüyor gök... Burada o kadar güzel ki...
- Salak mısın sen, yarım saatir ıslanıyosun, nesi güzel... Bak halılar da sırılsıklam oldu
- Yeni, yeni, taze, miss
- ...
- Az biraz toprak olsaydı da, keşke onu da koklasaydım içime... Neyse ki, çatıların üzerlerindeki rüzgarla birikmiş kumlar var ki, az da olsa...
- ...
- Bitti artık... Yok oldu, aktı gitti. Ne o beni haketti ne de ben ona layıktım. Yağmur gibi. Ne doyurduk birbirimizi ne de çamur yapmayacak kadar ıslattık... Ne çatlaklarım yumuşadı onunla ne de susuzluğum bitti... Ama yine de bitti... Artık başka yağmurlara... Başka yağmurlara...

* * *

  3 Fısıltı Çukurcuk

Tek sessiz ve tek yalnız o sanki. Çalınan gitarlar, içilen içkiler, gülüşmeler... O başka bir dünyada... Gözleri yere bakmaktan başka bir cesaret bulamıyor

- Bak onlar nasıl da mutlu
- Olmasınlar.
- Sarılıyorlar birbirlerine
- Sarılmasınlar.
- Elini yanağında gezdiriyor
- Üff
- Kendine gel, saçmalama
- Ne buluyorlar birbirlerinde, ne düşünüyorlar şimdi, seviyorlar mı benim kadar, sevmişler mi, onlarınki basit, hiç benim kadar derinleyemezler ki
- Bir tek sensin değil mi seven, sevebilen
- Belki de ayrılırlar
- Onun gibileri görmeye dayanamıyorsun değil mi. Üzgün, bıkkın olmalı tüm insanlar
- Evet!
- Söyleyemezsin ki bu içindeki kekremsi duygularını suratlarına. "Siz yalansınız. Ben daha çok, daha güzel sevebilirim. Öpüşmeyin, dokunmayın artık birbirinize yeter". Söyleyebilir misin bunları?
- Söylerim ne var!
- Söyleyemezsin. Ne zaman cesaret edebildin ki. Daha doğrusu ne zaman gerçekten bunları hissettin ki? Senin ki hep yalnızlıktan
- Dudaklarındaki mutluluğu, o kıvrımı kıskanıyorum. Sonra yanaklarındaki çukurları, onlar bilmeden çıkan o çukurcukları... Birileri "Senin gamzen mi var" diyene kadar farketmeden öyle güzel oluyorlar ki... Kıskanıyorum!
- Kıskanmalısın da
- Sevmek istiyorum
- Sevdin zaten
- Sevilmek de istiyorum
- E sevildin zaten
- Üff, istiyorum dedim!
- İçindeki bir gün yine tamamlanacak. "Şimdi oldu" diyeceksin
- O gün hiç gelmeyecek gibi
- Yo yo... Mutlaka o gün yine gelecek. Ama sorun o günün gelmesinde değil ki
- Ne peki?
- "Şimdi oldu"dan sonra yine bilemeyeceksin değerini elindekinin, bilemeyeceksin ve yine kıskanacaksın el ele olanları, birbirlerinin gözlerinin taa içine bakabilenleri...
- Neden böyle olmak zorunda! Neden ama
- Bilmiyorum... Ama öyle. Öyle de olacak yine... Yine seveceksin, sevileceksin ama işte ondan sonra?
- Hayır!
- Döngü, sonsuz ve bilinçli bir döngü bu seninki... "Olmasa keşke böyle"yi desen de yüzlerce kere, yine yapacaksın kendine bu kötülüğü
- Yapmak istemiyorum öyle, yapmayacağım. İzin versinler biri beni çok sevsin, izin versinler birini çok seveyim
- Ama yapacaksın

* * *

  0 Fısıltı Ağla

Uzanmış, kolu başının arkasında, ensesine yastık olmuş, boş bakışlarla odadaki eşyaları süzüyor. Dolap, masa, kitaplık kızıyor ona, sanki daha önce görmemiş gibi bakıyor çünkü, öylesine isteksiz, öylesine umursamaz

- Toparlanmam gerekiyor
- Beni ilgilendirmez
- Bana yardımcı olmalısın, tek kalansın
- Git, istemiyorum
- Ama...
- Karnında olmam, olanlardan etkilenmediğim anlamına gelmiyor.
- Ne yani, bana olanlar yüzünden beni mi dışlayacaksın şimdi.
- Evet!
- Kendimi hastalıklı hissediyorum. Bana sen bulaştırdın bunu. İçinde olmak bile istemiyorum daha fazla
- Ama sen salaklaştın artık. Bu nasıl bir tavır böyle. Kraldan çok kralcı olmak denir buna. Böyle saçmalık görmedim. Ne istiyorsun, ne yaptım sana? Ne olduysa bende yara açtı, ben kaybettim, ben bittim. Sana ne oluyor? Neden bana bu öfken, yeter ama!
- Seni sevgiye, sevmeye doğru sürüklemekten yoruldum artık. Ki zaten haketmiyorsun sen ne sevmeyi ne de sevilmeyi
- Peki
- ...
- ...
- Sinir ediyor bu "peki"n beni!
- Seviyorsun beni, biliyorsun içimi, inkar edemezsin
- ...
- Aptal
- Neden kaybediyorsun her seferinde! Neden tutamıyorsun elinde... Neden!!
- Gel buraya, sarıl bana... Sarıl.
- ...
- Al şu başka düşünceleri de sil gözlerini... Unut bu olamamazlıkları
- Neden diyorum sana! Neden olamıyor!
- Bilmiyorum. Hiç bilmiyorum...
- Beni düşürdüğün hali görüyor musun! Neden yaptın bunu bana...
- Ağlamak kötü bir şey değil, inan... Rahatlayacaksın birazdan
- Ben ağlayamam aptal şey, ben senin içinim, karnının içindeyim, nasıl ağlayabilirim ki!
- Olur öyle : )
- Ya neden sevdiremedin kendini, neden çok sevenleri sevemedin, neden sevişemiyorsun sen güzelce!!
- Yeter artık fazla rahatladın tamam : ))
- Salak! : ))

* * *

  0 Fısıltı Karma

Yüzü yastığa gömülü, başını kaldırmamak, öylece kalmak, hiç kıpırdamamak istiyor. Nefesi bitiyor. Aslında daha uzun da kalabilirdi ama savruk kullanıyordu nefesini, hıçkırıklar, ardarda, istemsiz, garip iç çekmeler...

Nefes almak için biraz yukarı kaldırdı başını. Elinin tersi ile gözlerini yaladı, temizledi. Yastığında temizlediği gözlerinin, burnunun ve ağzının ıslak izi ona sanki küçümsercesine gülüyordu.

- Kendimden utanıyorum biliyor musun
- Ne?
- Utanıyorum hissettiklerimden
- Güzel bir tokat oldu bu sana
- ??
- Aynen öyle!
- Bu acımasızlığın sırası mı şimdi!
- Sırası ya da değil, çoktan haketmiştin
- Haketmek de ne demek!
- Arkana bak görürsün
- Ne yani bana "karma" vesaireden bahsetmeyeceksin umarım
- Aynen ondan bahsedeceğim, kendi acımasızlıkların öyle bir toplanıp vurdu ki suratına, bu yumruğun acısını daha uzun bir süre daha hissedeceksin
- Acımasızlık mı? Ben acımasız biri miyim ki? Lütfen ama... İçimi en iyi sen bilirsin, ne kadar kötü niyetli olabilirim ki ben
- Çok kötü olabilirsin, oldun
- Haksızlık ediyorsun bana. Sevmek istemek, severken aynı şiddetle sevilmeyi arzulamak ve bu dengeyi aramak gayet temiz bir duygu değil mi sence? Hayatımda en çok istediğim dengenin bu olduğunu bilmiyor gibi konuşuyorsun
- Hala içinde temiz duyguların olduğundan bahsetme bana
- Ne?! Sen iyi misin! Burada rahatlaması ve isyan etmesi gereken benim, bana daha fazla yüklenme! Zaten yaralarım beni fazlasıyla acıtıyor!
- Bak yine kendini düşünüyorsun işte. Sen busun.
- Aaa!

* * *

  0 Fısıltı Şeftali

Bir yere gidecek yine. Giyiniyor. Her zamanki gibi "Ne vardı benim yerime ne giyeceğime karar veren biri olsa, ne vardı bunları birisi giydiriverse ben oturur, müzik dinlerken" diye iç geçiriyor. Eringenlik yine kanında geziyor...

Eringen ama beyni boş durmaz ki hiç. İşte yine aynaya, kendi gözlerinin içine bakarken binbir türlü düşünce aklına geliveriyor, mır mır mır...

Zaman zaman kendi kendine, sesli sesli konuştuğunu başka kimse bilmesin istiyor.

Aynada dudaklarının kıpırdayışını, kendiyle bir başkası gibi konuşurken gözlerinin, kaşlarının şekilden şekle girişini takip ediyor.

- Gitti yine
- Üff ne hali varsa görsün
- Hmm, sıkmış seni bi' hayli
- Ne bekliyor ki benden anlamıyorum? Ne istiyor?
- Ne mi istiyor? Şaka yapıyorsun sanırım.
- Hayır! Bilmiyorum ne istediğini. Benim olduğum yeri görmüyor mu ki?
- Görüyor. Zaten sorun da bu ya. Seni orda görmek istemiyor. Yanında istiyor. Hem neden ordasın ki sen?
- Alla halla!?
- Sevmek istiyor seni
- E sevsin, sevmesin mi dedim ki?
- E Yuh artık
- Nee!? Ne yuh? Bir gelip, bir gidiyor, sevecekse sevsin işte
- Bu kadar mı boşsun ki sen ona.
- Hayır. Boş değilim ama ne istiyor benden daha fazla onu anlamıyorum. Bilmiyor muydu ki nasıl bir denizde yüzdüğünü? Parça parçayım ben...
- Hakkaten neden parça parçasın ki sen? Böyle olunca küçük küçük oluyorsun, küçülüyor ruhun...
- Yok öyle bir şey. Gayet mutluyum ben. Benim denizim var, ve yüzmesine izin verdiklerimle birlikte yüzüyorum mutlu mesut
- Sonradan farketti işte, senin deniz dediğin okyanusmuş. Yüze yüze bir gün biter, karaya çıkarım zannetmiş. Yazık, deniz zannettiği okyanusun ortasına düşmüş de olsa, karaya çıkabilme umudu varmış. Seninle aynı karaya, aynı adaya, beraber... sen ve o.
- E öyle bir ihtimal yok mu dedim ki?
- Nasıl yani? Hangi tavrın, hangi kararın bu ihtimalden bahsediyor söyler misin? Bir sürü parçan, bir sürü yerde?
- Güzel güzel bakıyoruz birbirimize, güzel güzel, hararetli hararetli konuşuyoruz, doymuyoruz birbirimize... Arzuluyoruz, yetmiyor mu ki? Ne güzel işte?
- Bu mu yani?
- E ne olacaktı?
- Haksızlık etmiyor musun biraz?
- Ne gibi?
- Televizyon mu ki o?
- Nasıl yani?
- Sen açacaksın, izleyeceksin sonra keyfin yetince kapayacaksın. Ona televizyondan ya da iyi anlaştığın bir arkadaşından daha farklı olduğunu hissettirmezsen ne bekliyorsun ki sonuç olarak gitmesinden başka?
- Niye aksini yapayım peki? Neden sadece güzelliklerini almayayım. Diğer yanları batarsa, acıtırsa?
- Kusura bakma ama bu biraz sömürmeye benziyor. Şeftalinin çekirdeğinden korkup fabrikasyon, kutudaki bayat suyunu tercih etmek gibi. Şeftalinin kendisi varken, böyle bi güzellik varken...
- O da beni sömürsün. Onun beni sömürmesine izin vermiyor muyum sanki?
- Eee, ne ki bu şimdi? Ne garip bir şey bu? Sevgi neresinde bunun?
- Bir yerlerindedir, ya da yoktur bilmiyorum. Ben sadece güzellik peşindeyim artık
- Küçük güzellikler, küçük mutluluklar... Neden büyütmesi için bir şans vermiyorsun ki? Diğerlerine verdiğin şansın ufacığını bile haketmiyor mu yani?
- Yaa ama ben çok uzaktayım!!
- Bahanem bu diyosun yani?
- Daha büyük ve geçerli bir bahane olur mu ki?
- Senin hemen apar topar o uzağı ortadan kaldırmanı mı bekliyor zannediyorsun ki?
- Bilmiyorum.
- Üzgünüm ama çok küçülttün onu sen. Hak etmiyor ki bunları. Büyük gönüllere yakışıyor o. Büyük sevdaların peşinde o. İki gülüş, iki bakışla oyalanmak istemiyor. Oysa o kadar dolu ki... O kadar güzel ki... Göremiyor musun? İstemiyor musun ki sen onu, kaçırmaktan korkmuyor musun?
- Kendiliğinden benim olanlar benim olacak artık. Ben "benim olsun" diye çaba harcamaktan yoruldum, halim yok.
- Tam zamanıydı değil mi! Tam zamanıydı bu yorgunluğun!

* * *

  0 Fısıltı Azad

Nerde buldu kendisini? Nerde buldu da beğenmedi? Kibrine yenildi de azad etti, sevgi yenik düştü... Yenik düştü de bitti mi?

- Ha? Ne? Konuşabiliyorum!!
- ...
- Konuşabiliyorum!!
- Biliyoruz...
- İzin verdin sonunda bana!
- Üff sus

* * *

  3 Fısıltı Mutluluk?

Hep aynı tınıları döndürüp döndürüp dinlerken, parmağını elindeki şarap kadehinin kıvrımlarında gezdirirken, şeffaf, parlak sarımtırak beyaz sıvıya bakıp garip garip şeyler hatırlarken ve kıskandığını kabul etmeyecek kadarcık kıskanırken belli belirsiz...

- Neden?
- Bilmem. Boş kaldım o gidince.
- Peki neden hiçbir şey yaşamamış gibi konuştun onca aranın ardından onunla?
- Azaldım, azalttı beni yaptıkları, şevkimi kırdı olanlar
- Niyeti bu değildi
- Niyeti beni ilgilendirmiyor, ben önümde olanları görüyorum
- Tamam azaldın, şevkin kırıldı peki ama neden konuşmaya karar verdin onla? Hem de bir arkadaştan küçük bir iyilik ister gibi
- Bilmiyorum dedim! Bilmiyorum! İnsan karşısındaki güzel şeyler gidince boşluğa düşüveriyor. Yani yine karşımda olsun istiyorum o güzelliğin
- Hmm. Yani o güzelliğin yine karşında olmasını istiyosun fakat ona "Dön bana" diyecek kadar da bir şey hissetmiyorsun. Onun güzel yanı karşında olsun, o kadar. Yani aslında içinde tutamadığın, ona karşı güçlü bir hissiyatın yok aslında?
- Öyle de denebilir
- Egoizm?
- Evet, noolmuş! Ben bugünü yaşamaktan başka bir çözüm yolu göremiyorum artık. Yarını düşünüp yaptıklarımda sanki planlar tutuyor mu ki? Tutmadığına göre, "bugün"den mümkün olduğunca fazla haz almalıyım ben. Artık buyum ben, evet.
- Hedonizm diyosun
- Üff...
- Pişman mısın?
- Neyden?
- Günlük mutluluklarla yetinecek kadar kalbinin küçülüvermesinden
- Uzun mutluluk diye bir şey yok ki. Uzaktaki o "büyük" mutluluğa ulaşmak için damardan damla damla çekilen kanlara ne demeli? Üzüntülere, olamayışlara, başaramayışlara ne demeli? Değiyor mu ki? Üç ay üz kendini "büyük" mutluluğa ulaşmak için, sonra şanslıysan edin o mutluluğu. Peki sonra?
- E tamam işte, elinde büyük bir mutluluk olacak?
- Her şey orada bitiyor mu zannediyorsun. O mutluluğu kolayca iki saniyede bozabilecek bir sürü şey çıkagelmeyecek mi sanki yeni yeni?
- Evet de, elinde o büyük şey varken küçük sorunlar çözülmez mi ki?
- Neyin büyük/küçük olduğunu kim belirliyor ki? Ben artık toplama bakıyorum. Küçük küçük mutlulukları topluyorum eminim toplamda o "büyük"den daha büyük bir şey olacak elimde.
- Onlar toplanmıyor ki öyle. Birikemiyor yani öyle senin dediğin gibi. Küçük küçük, az az yağan kar gibi o mutluluklar. Yani onlar toplanmıyor işte, eriyorlar o günün sonunda. Sonra arkana baktığında hiçbir şey kalamıyor maalesef. Dolu dolu, lapa lapa yağmalı mutluluk, örtmeli her yerini. Her hücrende hissetmelisin o yakıcı ama serinletici soğuğu. Böyle büyük büyük olmalı, bir anda çok çok yağıp birikmeli ki senin tarihinde soğuk yanık izleri bıraksın, bıraksın ki sonra hatırla o büyük mutlulukları ki sevin, sev kendini. Büyük büyük mutlu olabildiğini, kalbinin ne kadar büyüğebileceğini gör. Ve böylece gelecekte de bu "büyük"lüğün mümkün olabildiğine inanabil. Büyük yağsın mutlulukların ki eritirken zorlan ya da eritmemek için göğüslenecek bir şeyin olsun, yaslan ona, güç al.
- Üfff... Bilmiş bilmiş konuştun yine! Neyse ne, düşünmek istemiyorum artık!

Tüm bu hissiyatlar denizlerin üzerinden aşıp taa onun içine kadar uzandı gayet telepatik bir şekilde. Her ikisi de bu telepatinin varlığından haberdar değillerdi fakat her ikisi de artık bu "mutluluk" denen şey hakkında aynı şekilde düşünür oldular... İçlerindeki "Büyüt, büyütebiliyorsun" fısıltılarına rağmen.

* * *

  0 Fısıltı Erirler mi?

Katlanmış paçaları ıslak pantalonunu peteğin üzerine serdi. Montunun ceplerindeki karları çıkardı. Ona o en çok sevdiği ve hep onu hatırlatan tınıları çalan telefonunun üzerindeki buğuyu baş parmağıyla sildi. Hemen sonra onu dünyalara bağlayan kutusunu açtı...

- Gördüm!
- Salak :)
- Sensin salak!
- İzlerini takip etmek sana ne kazandırıyor ki!
- Kazançlarımı derleyemez oldum artık, bilmiyorum. Görmeliyim onun izini... En azından izini...
- Yürüyüş işe yaradı desene
- Ne bileyim :) İzini görmeyi beklemeye dayanamıyordum. Zamanın geçmesi, daha hızlı akması lazımdı, tek çözümüm her zamanki gibi yürümek oldu
- Pek ıslandın ama. Pek şanssızsın, kar yağdı üzerine üzerine
- Ne şanssızı salak, şahane oldu!
- Nesi şahane yahu, evsiz kediler gibi sırılsıklam oldun
- Ne güzel :)
- Aptalsın sen :)
- Sanırım :)
- Kar seni seviyor mu sanıyorsun ki sen onu bu kadar seviyorsun? Senin için falan yağdığını mı düşünüyorsun yani gerzek :)
- Evett! Öyle düşünmek istiyorum. Evden çıkarken buz gibiydi hava. O beyazlar gökten düşmeye başlayınca ısınıverdi içim, etrafım. Beni ısıttı yol boyunca, daha ne?
- Salağa bak ya :)) Hey allahım :)
- Ben kara çok büyük saygı duyuyorum. Şehri daha güzel yapıyor. Tüm o modernliğin üzerini bembeyaz bi' çarşafla örtüyor. Her şeyi daha sade, daha yumuşak yapıveriyor.
- Ya senin boynundan giren ve üşüten tanecikleri?
- Kor demire su dökmek gibi :) Güçlendiriyor beni aslında
- Bi' şey dikkatimi çekti. Sen hep o depresif şeyleri dinlerdin. Bu yürüyüşte geçmedin o eğlenceli tınıları. Neden?
- Kabulleniyorum artık. Hayat da öyle değil mi zaten. Hüznü yaşarken mutlu anları da görüyorsun, dinliyorsun, yaşıyorsun
- Ama sadece hüzünlü tınılara eşlik ettin
- Hüzünlüylen mutlu anların farkına pek varamıyor insan, maalesef. Ama o anların varlığından haberim var. O mutluluklar da olacak, olmaya devam edecek, her ne kadar şimdi karamsar olsam da... Hayatı seviyorum, yolda olmayı seviyorum.
- Güzel konuştun.
- :)
- Bi adamın kardaki adımlarını takip ettin sen, o neydi? Yeni takıntın mı?
- Yok, yeni denemez. Kara olan saygımdan o
- Nası yani?
- Ya, o adam karı ezmiş ya o adımlarla. Ben de aynı ezilmiş yerlere basıyorum ki, karın tutmasını güçleştirmeyeyim farklı yerlerde ezip, izler, erimişliklere neden olmayayım
- Aptal mısın sen yaa :)
- Kar kaplasın tüm dünyayı... Sade yapsın her şeyi, herkesi...
- Bu garip duyguların bi' gün beni gülmekten çatlatacak! :)
- Ama beni seviyor kar. Nasıl da hediyesini verdi dönüş yolumda?
- Ne hediyesi be?
- Görmedin mi?
- Neyi?
- En sevdiğim hediyelerden birini verdi bana
- Neymiş o?
- Hiç bozulmamış, bembeyaz örtüsünü ilk bozan olma şansı verdi bana!
- Delisin sen ya! Evet, kar senin için yaptı bunu!
- Ben onu tutsun diye kayırmıştım ama, basmamıştım başka yerlere, o da dönüşte bana tutarak, bembeyez kaplayarak ödülünü verdi işte, adilane!
- Beyninin işleyişi yanlış be senin çocuk!
- Belki de :)
- Emin ol öyle! Döndüğünde evde aynaya bakarken bi' an çok korktum.
- Neden?
- Bu kadar üzülmüş olamaz dedim kendi kendime?
- Nasıl yani?
- Saçların bembeyazdı ya?
- Evet, kar tutmuş saçlarımı :)
- Dudaklarının aşağıya bakan kıvrımlarıyla birleşince üzüntüden bembeyaz oluvermiş zannettim bi' an!
- Öyle olmadılar belki ama öyle hissetmediğimi kimse kanıtlayamaz.
- Eridiler ama sonra. Beyazlıkların, üzüntülerin eridi
- Öyle mi diyorsun? Gerçekten erirler mi?
- Erirler erirler...

* * *

  0 Fısıltı İzler

Gözleri acıyor. Yanıyor. Bir yandan bir sürü keşke geçiriyor içinden, diğer yandan komik geliyor hissettikleri. Kendine gülüyor. Yaşadığını sandığı derin şeylere gülüyor acı acı. Aynaya bakıyor uzun uzun... Aşağılayan bakışlar var gözünde... Kendi kendini aşağılıyor "Zerre yüzme bilmeden nasıl bu kadar derinleyebileceğini düşündün ki salak" dercesine...

- Dünya fazla geliyor
- Üff başlama yine
- Anlamıyorsun!
- Anlıyorum, benden daha iyi anlayan mı var ki seni
- ...
- Bak en azından izini görebildin
- Evet. Çok garip bi' duygu.
- Nedir garip olan?
- Evet, şu anda hiç istemediğim ama mecbur kaldığım, yutkunamadıklarım yüzünden karşıma çıkan bir ayrılık var ama... Hatta bitiş mi demeliyim? Diyemiyorum...
- Ama?
- Artık olmayacak, olmamalı
- Eee? Tamam, garip olan ne?
- Tüm bu hislerime rağmen onun izini görmek istiyorum olabileceğini düşündüğüm yerlerde
- Nasıl yani
- Onun orada olduğunu bilmek istiyorum. O orada olsun.
- Anlamıyorum seni.
- Onun izlerini gördüğüm zaman huzur doluyorum. İçim rahatlıyor sanki.
- Hmm
- Ama işte aslında böyle hissetmemem lazım. Yutkunamadığım şeyler işittiğim o değil miydi ki? Neden onun orda olması beni kızdırmıyor da rahatlatıyor?
- Pek karışmış senin için
- Evett!

* * *

  0 Fısıltı Yol

Her zamanki gibi daldı kelimelerin arasına. Okuyordu, seviyordu okumayı ama kitap değil. Hayatında hiç kitap bitirmemişti. "Bitirememişti" değil, bitirmemişti. "Öz"ü arıyordu hep. Meyve suyu yerine nektar isterdi. Düşünmenin bilimine, felsefeye aşıktı, lagalugayla kaybedecek zamanı olmadığını düşünüyordu.

- Şunu dinlesene bi'
- Evet?
- "Love is the delusion that one person differs from another"
- Kaybettiğin için hak veriyorsun buna şimdi değil mi :)
- Yarışma mıydı ki?
- Oyundu
- Evet oyundu...
- Üzgünüm
- Ben de... Bilerek girmiştim ama. Öğrenmek için. "Ben"i görmek için.
- Görebildin mi bari
- Gördüm :)
- Sevdin mi
- Aslında çok sevdim ama son vuruşu yapamayan forvet gibiydim :)
- E en önemlisi o değil mi
- Aslında değil :) Neyse... En iyi öğretiler acıların kazıdıkları değil midir ki zaten. Mutluyum ben. Huzurluyum. Çok şeyler öğrendim, kazandım bile denebilir aslına bakılırsa :)
- Savunma mekanizmalarımızın tüm kalkanları açık bakıyorum :)
- Kendimdeyim ki açık. Yoksa...
- E şimdi onu doyasıya sarılamadın, koklayamadın, bir olamadın, sevemedin buna rağmen yaralanmadığını mı söylüyorsun?
- Hayır, olur mu öyle şey. Yaralanmaz mıyım, yanıyorum hatta ama... Kazandıklarım daha büyük. Her acı insanın gözünü daha çok açıyor. Dünyayı daha derin görebiliyorum artık. Seviniyor bu yüzden bi' tarafım.
- Hmm
- Ama garip olan ne biliyor musun? Bunu Schopenhauer de söyler; daha çok gördükçe dünyayı, daha çok anladıkça gizemi, daha derine indikçe, hayatın çok daha manasız olduğunu daha net anlar oluyorum.
- Varolmaya aç ve bundan başka bir bilinci ya da bilgeliği olmayan metafizik kavramdan bahsediyosun
- Ona Tanrı ya da Allah demediğin için teşekkür ederim :) İnanç dayanacak sağlamlıkları olmayanlar için zaten. Gayet doğru çevreledin. Doğu felsefesinde de vardır ya; hayat dediğin şey "Sende olmayanları istemek"den başka bir şey değil.
- Güzel konuştun
- Ve sonuç hiçbir zaman karşılanamayan arzular, tüm hayat boyunca yükselen ve hiçbir zaman ve hatta alırken, başka bir yönden tatmin olurken bile sönümlenmeyen tatminsizlik... Çok acı... Çok çaresizce
- Evet, maalesef. Peki?
- Peki?
- Ne yapmayı düşünüyorsun yani? Hayatı boşvermeyi mi?
- Hayatı Kant kadar, Nietzsche kadar, kel bir Budist kadar çözmüş gibi hissetsem de onların karamsarlığına düşmek istemiyorum. Sonuçta pragmatizm kanıma işlemiş. Baksana bu güne kadar en derinden sevdiğim kişiyi kaybettim -gerçi tam kazanamamıştım ki bile- ama "kazanç"larıma seviniyorum.
- Yani?
- "Yani"si çok derin değil. Aynen yaşamaya devam edicem. En mutlu olmak için. En mutlu olmaya çalışırken aldığım acı risklerin çukuruna düşebileceğim gerçeğini bile bile... Çukura düşüp kırıcam kemiklerimi, acıyacak ama bir süre sonra kalkıp devam edeceğim yaşamaya. "Ay üzülürüm, ay kırılırım" diye kaçmadan. Bir gün en büyük mutluluğu, en çok sarılmak istediğimi bulacağımı zannederek.
- Zannederek?
- Zannederek evet. Biliyorum bulamayacağımı ama bulabilmek için yola çıkmış olmak bile beni heyecanlandırıyor. Zaten hayat da bu demek değil mi? İşte o zaman yaşamış olmuyor muyuz?
- Üfff... Ağır konuştun...
- Ama öyle. Ben bu yolda olmayı seviyorum.

* * *

  0 Fısıltı Dans dans!

Müzikle kesiştiler. Karanlık, gürültülü ama zevkli bir yerdi orası. Yanıp sönen, dönen renkli ışıklar yüzleri bir görünür bir görünmez yapıyordu. Sanki ağır çekimle hareket ediyordu herkes, herkes olduğundan daha karizmatik ve çekiciydi... Dünyaları yavaşlamıştı hepsinin, hepsinin elleri ağırlaşıvermişti. Bu yüzden daha güzeldi hepsi, ya da bu yüzden daha güzel görüyorlardı her şeyi...

- Dur dur dur, yeter :)
- :))
- Kıpırdama artık yeter, bulanıyorum, içim bir hoş oluyor
- Ee ne güzel işte, kaç zamandır bu hisleri beklemiyor muydun?
- Evett!
- Hadi bakalım yeni bir macera işte :) Heyecanlı mısın
- Bilmem, bilmem :)
- Öylesin, çok güzelsin
- Sus be :) Kıpırdayıp durma artık içimde, tamam :)
- O?
- Kim?
- O deyince aklına ilk gelen
- İki tane. Biri geçmiş, geçilmiş. Öbürü olamamış. Ayrıca da sıkıldım.
- En güzelini yapıyorsun. Takdir ediyorum seni. Güçlüsün sen aslında. Yakın, daha olası, daha kolay bu yeni heyecan değil mi :)
- Dans dans!!

* * *

  0 Fısıltı Eş-cins

Bir araya gelmişler yine. Sıkıntılı bizimkisi. Yüzünden düşen bin parça. Her şeye olan inancını yitirmiş. Kendine kızıyor, büyüttüklerine kızıyor!

Sonra arkadaşının küçük bi' hediyesi, küçük gülümsemeleri, terslemelerini alttan almaları... Arkadaşına "Hadi görüşürüz" diyor ve biraz Hedonist okuyor.

Tüm bunlar onu içiyle barışmaya ikna ediveriyor. Küslük bitiyor, o yine karnına geri dönüyor, başlıyorlar konuşmaya;

- Bu kız benim sevgilim olsun ya!
- Ha? Manyak mısın yahu?
- Aaa niye manyak oluyomuşum? Lezbiyenlik diye de bişi var di mi?
- O yüzden demiyorum salak! Arkadaşın diye diyorum!
- Alla halla arkadaştan sevgili olmaz mıymış ki? Ya da hangi akılsız öyle demiş?
- Eee şimdi sen lezbiyen olmaya mı karar verdin yani?
- Hmm... Bilmem, bilmem :)
- Haydaa... Ciddi ciddi düşünüyo kız! Deli mi ne!
- Alla halla nesi garip ki bunun bu kadar
- Pek rahat gördüm seni :)
- Ya ben bu kızla yıllardır beraber değil miyim zaten? Yıllardır tek bir kavgamız oldu mu, ya da sıkıldık mı birbirimizden? Saygılı, sevgili, hoşgörülü olmadık mı hep birbirimize. En çok biz anladık birbirimizi...
- E tamam işte çok iyi birer dostsunuz, orasına bir şey demedik ki
- Ben de diyorum ki ben kendime sevgili arayacağıma, karşımdaki insanda aradıklarımın hepsi bu kızda var... Hem de fazlasıyla!
- Eee
- Sevgilim olsun isticem. Bi kez daha gelsin, söylücem yüzüne
- Aaa delirdi kız resmen!
- Ya sevgilim olunca olanı biliyoruz işte. Kavga gürültü, kıskançlık, sevememe, çok sevme, sevdirememe, sevilememe... Ohooo bunlarla mı uğraşıcam ya
- Hmm... Aslında...
- Tek bi fark var, sevgilim dediğim adamla sevişiyorum o kadar.
- Bi' tek bu mu acaba fark hakkaten?
- Hatta bi' de düz mantık kuruvereyim sana. Dostumla, sevgilim arasındaki tek fark sevişmekse ve dostluğum yıllarca zerre çatırdamadan sürebiliyor fakat aşkım her 9 ayda bir ya bitiyor ya da bitiriliyorsa, o halde sevişmek kötüdür, yapılmamalıdır!
- Oeeehh!
- Bence gayet doğru bi' çıkarım yaptım :))
- O zaman ben de sana bi' çıkarım yapayım. Sevgililerinle sevişme!
- ?
- Nooldu :)) Gücüne mi gitti :)))
- Ama o zaman olmaz ki
- Neden olmaz :)
- Ama öyle sevgililik mi olur. Zaten olursa da o sevgililik olmaz ki, arkadaşlık gibi bi' şey olur.
- Hmm... Demek ki aynı noktaya döndük. Arkadaşlıkla sevgililik karıştırılmaması lazımmış :) Zaten karışamazmış :)
- Hmm. Bence sevgili yerine arkadaş aramak lazım. Böyle çelik gibi, bozulmayacak dostluklara dönüşecek arkadaşlıklar!
- Hmm...
- Hem arkadaşlar birbirini kıskanmıyor. Hem kıskansalar bile, sevgililikteki grup seksin karşılığı arkadaşlıkta ayıp değil :) Gayet güzel grup arkadaşlıkları yapabilirsin. Misal arkadaşın, onun tanımadığı senin yakın bi' arkadaşını mı kıskandı. Arkadaşlığın grup seksini teklif et onlara. Bir araya getir, üçünüz birlikte bir yerlere gidin, bir şeyler yapın, tamam işte. Yani arkadaşça sevişsinler bi' güzel... Ohhh mis :)
- Manyaksın sen ya :))
- Bence şahane oldu! Evet dost! Dost!

* * *

  1 Fısıltı Üçüncüsünde

Kanında beyaz... Elleri ağır, dünya yavaş... Göz kapakları açılamayacak kadar ağır... Yerde... Dudağı yeni aldığı mavi halının "Yeni aldın ya ondandır" denilen mavi tüycükleriyle karışırken.

Fabrika gibi tüycük üretip, açık renkli kısımlarında "Ne kadar kirliyim" imajı dağıtan halıya bile öfke duyarken, yumruğu sıkı sıkı, kızdığı halıyı yumruklarken...

- Dağıtacağım
- ...
- Dağıtacağım dedim!
- ...
- Nerdesin? "Dağıtma. Yapma, öyle saçma şey mi olur" desene!
- ...
- Yoksun di mi? Gittin... Evet, evet git... Dönme de zaten.
- ...
- Hiçbir boka yaramıyosun biliyosun di mi!
- ...
- Çok akıllısın sen di mi?
- ...
- Kıçımın akıllısı!
- ...
- Bana akıl değil mutluluk ver! Veremiyosan da git! Git, gelme!
- ...
- Aşşağılık bir insanım ben, evet! Doğru olan bu. Sen ne kadar da çıkıp tersini söylesen de böyle. Öyleyim... Nasıl olduğunu düşündüğünü kimse sormadı ki sana! Nasıl görünüyorsan, nasıl geçiyorsa karşıya osun işte sen! Yani aşşağılığın tekisin. Bir gıdım ötesi değil!
- ...
- Ben bu noktaya sensiz daha kolay gelirdim! Çok kolaydı ki bu! "Aman yapma, olur mu öyle" dediklerinin hepsini yapsaydım da bu noktadaydım?
- ...
- Halbuki sen beni tam da bu noktadan çoook uzaklara götürmek istememiş miydin? Bu nasıl bir gerizekalılık yahu! Açıklasana bana! Anlatsana!
- ...
- Hatta ben senin "yapma, etme"lerini yapsaydım çok daha iyi bir yerdeydim kesin! Eminim bundan!
- ...
- Hani en doğrusu buydu? Hani en doğrusunun da doğrusu buydu? Her seferinde sıçıyorsun farkındasın di mi!
- ...
- Acıklı olan ne biliyor musun? Doğrusunu yapmaya kasmayan, hiç düşünmeyen gerizekalılar bile istediklerini hatta istemediklerini, fazlasını hatta ve hatta haketmediklerini bile alırken sen yüz bin kere düşünüp, bir milyon kere çözüm yolları üretip, en doğrusunu bulup gidiyosun ya... Evet, böyle yaşıyorsun ya... Mantıklısın ya hep... Nereye varabiliyosun? En kötü sonuca! Hem de en kötüsüne.
- ...
- Ne kadar da beceriksizsin sen yahu! Yok yok, beceriksiz falan da değilsin, düpedüz aptalsın sen, aptal!
- ...
- Defol! Düşünme, istemiyorum! İstemiyorum seni... Her seferinde mahfediyosun beni... Her seferinde! Acıyorum, kanıyorum, ölüyorum...

Fonda çalan tınılar duyulmuyordu ki. Başka bir parça çalıyordu beyninde... Bazı yerlerin, kelimelerin, metaforların üzerinden tekrar geçe geçe... Geçe geçe...

Sanki ona yazılmıştı, ona konuşuyordu bu parça. Ayakları kırılana kadar yürüdü, yürüdü sonra sızdı mavi halısının üzerinde, ağızlarından karanlık, siyah salyalar akıtarak

- Yutkunamadı, ağır geldi bu (3.) ona;

I think I'll go home and mull this over
Before I cram it down my throat
At long last it's crashed, its colossal mass
Has broken up into bits in my moat


- Soğuk gecenin köründe yürüdü hiçbir yere;
Go meander in the cold
Hail to your dark skin
Hiding the fact you're dead again


- Tüm doğruları mumbo jumboymuş oysa;
It's a luscious mix of words and tricks
That let us bet when you know we should've fold
On rocks I dreamt of where we'd stepped
And of the whole mess of roads we're now on


- Doğrusu moğrusu olmayan adamlar nasıl bu kadar mutlu olabilirmiş;
I got so old just wondering how
Never got cold wearing nothing in the snow


- Yine de kullanacak bu doğrularını adı gibi biliyor ama yine hiçbiri bir boka yaramayacak;
All these squawking birds won't quit
Building nothing, laying bricks

* * *

  7 Fısıltı Müteahhit

Mikrodalgadaki hazır yemeğin ısındığını haykıran sinyal öter. Duymaz sanki. Duyar ama kımıldamaz. Kımıldamak zor gelir, masanın üzerine dayalı dirseğinden yukarı çıkan kolunun sonundaki, çenesine dayanan elindeki parmaklar, yanağına ardışık noktalar koyar, koyar, koyar... Zaman geçer, geçer, geçer...

- Bir sürü şey yapmam gerek ama bak ben burda oturuyorum
- Bir sürü şey yapman gerektiğini bildiğin halde oturuyorsun öylece. Bilmesen, her birini yapamayacak biri olsan anlarım ama şu atıl halini hiçbir şekilde açıklayamazsın bana
- Doydum
- Ne yaşadın ki daha?
- Ne yaşayabilirim ki daha?
- Saçmalıyorsun
- Hadi bi' düşün, bunca yıldır benimle birliktesin, ne kaldı yaşayacağım? Sevdim, sevildim, özledim, kavuşamadım, acı çektim, aldım, aldım, aldım, seviştim, öpüştüm, gülümsedim, ağladım, ağlattım, kahkaha patlattım, onca doluyken ağlayamadım, kanadım, kanattım, öldüm, öldürdüm, terkedildim, terkettim, aldım, aldım, aldım...
- Tamam yeter tamam... Böyle konuştuğuna inanamıyorum. Her şeyin bu kadar basit olduğuna inandığını düşünmüyorum, kusura bakma
- Aynen öyle, gayet basit. Her şeyi hissettim artık ve yaşlandım. Hatta öldüm ben. Bak, öyle hareketsizim ki... Bu genç yaşımda saçlarıma hislerin beyazlığı düştü, daha boyatmadan bile beyazları yokken...
- Böylesi zor geliyor, onun için kendini sıkıştırıyorsun kendinle değil mi? Zor olsun istiyorsun. Zor gelsin hayat sana. Zor gelsin ki bir bahanen daha olsun öylecene hareketsiz kalabilmen için
- Neden hareketsiz kalmak isteyeyim ki
- Seçimlerle karşılaşmamak için
- Ne seçimi?
- Hayat... Hayatı başka ne zannediyorsun ki... Bu güne kadar ismini, seni, ruhunu inşaa eden seçtiklerin olmadı mı? Seçemiyorum ki deme bana! Gayet seçebildin işte bu güne kadar.
- Evet işte, bu ana kadar adımı inşaa ettim ve bitti... Artık daha bir tuğla daha koyamam
- Ev öylece dursun diye yapılmaz, içinde yaşansın diye yapılır. Müteahhit misin sen!
- Doydum diyorum, hiçbir şey istemiyorum, istemek istiyorum ama yok... Hani ne isteyeyim?
- Bir yola sap, farklı bir yola... Daha önce hiç sapmadığın bir yola. Bakalım o zaman da emin olabilecek misin öldüğünden.
- Tüm yollar aynı ki, hepsinden geçtim ki...
- Lora rennt'i izledin mi sen?
- Hayır?
- O zaman izle. Hiçbir yol, hiçbir zaman aynı değildir. Aynı yola 5 saniye sonra girdiğinde bile değişecek o yol! Bana her şeyin aynılığından bahsetme, aklını kullanmamak için kendini zorlama, öyle akıllısın ki aslında... Bak beni büyütüyorsun içinde... Bunları söyletiyorsun bana...
- İyi iyi, sus... Böyle bıdı bıdı konuşacağına, işe yararsan da şu mikrodalgadakini alıp gelsen...

* * *

  2 Fısıltı 100?

Uçuyordu afet şehrin üzerinde. Görüyordu en ücra köşelerini, öyle güzeldi ki... Uçuyordu ve tekrar hayran oluyordu.

- Ne kadar azmış oysa
- Ne?
- Büyütüyor insan değil mi... Büyütüyor, en güzel yapıyor farketmeden.
- Neden bahsediyorsun?
- Bazen istediğini alırsın ama ihtiyacın olan değildir ya, ondan bahsediyorum.
- Hmm... Yine aynı yerdesin sen
- Daha büyük olduğunu zannetmiştim...
- Değil işte, kabullen artık
- Büyüsün, büyütmek istiyorum, aşkımı görmek istiyorum onda, sevişimi görmek istiyorum
- Bu kuş kadar halinle hiçbir şeyi büyütemezsin sen
- Teşekkür ederim!!
- Ruhun kuş kadar kaldı, yetmez kahramanlıklara... Maalesef ama öyle... Ateşli ateşli öpüşmeye devam et sen, elindeki bu, aslında hiç de fena değil, ha? Ne dersin?

Şehir öyle uzak dururken, birden, haşin bir şekilde çekti telefon direklerinin telleriyle kendisine. Öyle bir bastırdı ki böğrüne... Bu kadar yakınken, bu kadar içindeyken şehrin, hiçbir şey beklediği kadar güzel değildi. Nostaljik bir güzellik ararken en zamanın ötesinde binalarıyla karşılaştı, çılgınlar gibi öpüşürken şehirle... Sevmedi ki o postmoderni hiç... "Ne kadar azmış oysa" diye mırıldandı sonra...

3000

100

?

* * *

  2 Fısıltı Tünel

Mükemmel gitti. Işık gördü. Yürüdü üzerine. Benzemedi ilk önce beklediğine, olsun deyip devam etti tünele doğru. Sonra mutluluk sertçe çarptı, ama çok sert. Bir tarafları yeşerdi, çok hem de çok yeşerdi... Biriken tarafları öldü, hem de hiç vakit kaybetmeden, hem de hiç kalmadan.

- Ne yaptın sen yaa!!?
- Sus! Hiç konuşma! Bir süre sesini duymak istemiyorum
- Yaa ama ne yaptın sen!!

Kaşları aptallığından kurtuldu, anlam kazandı. Gülüşü değişti, sivrileşti...

* * *

  2 Fısıltı Kor

Yatağının üzerinde, önünde iletişim gereci, başını onun dizine yastlar gibi, uzanmış koluna diz taklidi yaptırırken... Arkada daha biraz önce onun ruhundan geçmiş tınılar, saatlerce çalar çalar çalar, taa ki üzüntüsü, ıslak gözlerini yora yora kapatana, uyuyana kadar... Uykuya dalmadan hemen önce;

- Ne yaptın şimdi sen Allah aşkına?
- Kahretsin! Bilmiyorum!
- Ya yine aynı şeyi yaptın!
- Evet! Yapmak zorundayım, zorundayım! Ona dokunuyorum, onu yakıyorum!
- Neden? Neden yapmak zorundasın... Yalnızca akıversene onun ruhuna, aka aka doldursana onu da, neden sorguluyorsun bu güzelliği... Güzelsiniz işte ikiniz de, güzelsiniz... Neden karıştırıyorsun ardını...
- Tutamıyorum kendimi, dayanamıyorum artık
- Kim söyledi bunun kısa ve kolay bir yol olduğunu? Bunu bilerek yürümüyor muydun zaten?
- Evet ama çok güçsüz düştüm! Ona bu kadar yakınken, aynı zamanda bu kadar uzak olmaya dayanamıyorum... Seviyorum diyorum!

Gerecin üzeri ıslanır. Yarım yamalak siler üzerini, sonra da gözlerinin altını... Ordaymış gibi izler fotoğraflarını...

- Çok istiyorum! Çok!
- Fazla istiyorsun!
- Biliyorum, kahretsin biliyorum, tutamıyorum kendimi...
- Hadi uyu artık, erken kalkacaksın
- İstemiyorum, uyutamıyorum kendimi! Bu aptal, ne yapacağını bilemez halime dayanamıyorum, ölüyor ruhum, büyüye büyüye ölüyor
- Her şey çok güzel olacak, hadi ört üstünü
- Bana rağmen mi, bu kadar fazlama rağmen mi? Olacak mıyız? Olabilecek miyiz? Bu fazlalığım taşmayacak mı? Taşınca ortalığı şimdiki gibi sel almayacak mı, boğmayacak mı ikimizi de, yakmayacak mı selin buz gibi soğuk suları tenimizi?
- Yakacak.
- Sadece onu istiyorum ben. Başka bir şey istemiyorum! Biri bana bir yol göstersin, saçmalamalarımın önünde dursun. Onun elini tuttuğum, sarıldığım, kokladığım, doya doya koklayabildiğim ana ulaşan yolun haritasını versin! Nereden gitmeliyim, nerden?

Bazen fazlası yakarmış sevginin... Yanıp bitmesin diye kor kor bırakırlarmış ateşi, kor kor kırmızı kırmızı kalmalıymış... Tekrar alevleneceği zamanı beklermiş ateş, tekrar körükleneceği zamanı. Ateş olup, yakı yakıvermeden ısıtmak, sıcacık etmek ne de zormuş...

* * *

  1 Fısıltı Müneccim?

Kalakaldı... Yatağının önünde, yerde, boylu boyunca, uzunca... Başını ellerinin arasına aldı. Dudaklarını ısırdı. Elleri titriyordu... Arkada onun en çok sevdiği parçalar kıra kıra dönüyordu, pamukla keser gibi kesiyordu yüreğini...

- Nostradamus muyum yoksa müneccim mi?
- Hiçbiri
- Neden bana onlardan biriymişim gibi davranıyor peki! Neden hep üzerime geliyor
- Ne yapmasını bekliyosun? Seviyor... O seni geleceğinde öyle güzel bir yere koymuş ki...
- Hiçbir şey bilmiyorum ben. Nerden bilebilirim ki yarın ne olacağını. Ne olacağını bilmeden onu geleceğimin cümlelerine nasıl dahil edebilirim ki?
- Aslında biliyorsun, en az onun kadar biliyorsun
- Bilmiyorum
- Onun her şeyden emin olduğunu, bildiğini, gördüğünü mü zannediyorsun ki. Seninle şu an yaşayamadıklarını, yaşayamadığı zamanları, ileride yaşamayı her şeyden çok istediği zamanın toplamından çıkarıp gülümserken her şeyi bildiği için mi böyle kesin konuşabiliyor zannediyorsun?
- Nasıl konuşabiliyor ki bu kadar kesin!
- Onunki bilmek değil ki, istemek. Kanaya kanaya istediğini gösteriyor sana görmüyor musun? Bir zaman sonra onunla olacağının hayalini görmek istiyor gözünde. O da biliyor hayatın binbir süprizlerle dolu olduğunu, o da biliyor yarına sağ çıkıp çıkmayacağımızın bile belli olmadığını ama işte onun hissettiklerinin tümüne biz umut diyoruz, bilmek değil.
- Onu üzmek istemiyorum
- Üzüyorsun
- İçimdekini söylesem bugün, her şeyiyle, tüm hissettiklerimle, ne olacak? Ne olabilir ki? Ona yanlış umut vermekten, onu umutlandırmaktan başka ne yapmış olurum ki? Umudun suya düşmesi onu daha çok yaralamayacak mı? Yaralanmasın istiyorum, kötü mü?
- Evet, kötü. Bırak herkes kendisini kendisi korusun. Hayat bu! Her zaman kırar insanı, her zaman. Kim kırılmadan, düşmeden yürümüş hayatında, tabi ki kırılacaksın, tabi ki düşeceksin. Eğer bu yürek ezilmelerin olmasa zaten yaşamıyorsundur bile. Yaşamak bu demek...
- Ona bilmediğim bir şeyi söyleyemem
- Onu sevip sevmediğini bilmiyor musun?
- Biliyorum, onu birçok kez söyledim, hiç huyum olmasa da... Zaten ne gerek var ki, o 2 kelime 13 harfe, tüm ruhum onu sevdiğimi gösteriyor, her bakışım ona akıyor zaten...
- Emin misin?
- Ne demek emin miyim... Tabi ki eminim!
- Peki?
- Ne peki?
- Peki sonra?
- Sonrası yok işte! Anlamıyor musun, sonrası yok! Bilmiyorum sonrasını, düşünmek istemiyorum, ben yarınımı göremiyorum bile!
- İşte onu soruyorum ben de. Neden göremiyorsun?
- Çok bulanık, çok karışık.
- Elini uzattın mı peki hiç karışıklıkların arasına, onları en azından bir kısmını koymak istediğin yerlere koyup, sonra baktın mı? Yani karışıklığı gidermek için ne yaptın?
- ...
- Hiçbir şey, değil mi?
- ...
- Hiçbir şey yaparak nereye gittiğini sanıyorsun ki?
- Bilmiyorum!
- Ee bil o zaman be salak kız! Kendi hayatını film izler gibi izlemesene! Kararlar alsana ufaktan. Öyle kocaman kocaman kararlardan da bahsetmiyorum. Küçük, en küçük şeylerden başla. Koysana birilerini bir yerlere, hakettikleri değerleri insanlara bi' güzel dağıtsana. Yükseltsene bazılarını, diğerlerini itsene, ya da her şeyi itip sıyrılsana, en azından hareketlendiğini görsek ya, "Aaa, hakkaten ama bu kız yaşıyormuş baksana, nasıl da çabalıyor" diyebilsek ya, kaçmasana, kaçtığın yerde sen yok musun ki? Kaçınca neyden kurtulmuş oluyorsun ki? İnsan hayatından kurtulmaya çalışır mı? Kurtulmaya çalıştığın hayatı sevişecek kadar çok sevdiğin hayata döndürmek için bir şeyler yapsana
- Kolay değil...
- Kim kolay dedi ki?
- O kadar güçlü değilim işte, değilim diyorum!
- O zaman ona kızmaya hakkın da yok maalesef. Onu nereye koyduğun bile belli değil daha.
- Ya nasıl belli değil! Nasıl belli değil.
- Değil işte, her ne kadar çırpınsan da belli değil, senin ne hissettiğin ona geçmiyorsa nasıl bilsin ki?
- Hep güzel olalım istiyorum ben.
- Nasıl yani? Ne yapmasını bekliyorsun ki... Böylesine yanarken, hem senin yanında dursun hem de seni yakmasın mı? Eğer yanında durup seni yakmasaydı şüphe etmen gerekirdi onun sevgisinden, halbuki çocuk hem kendisi hem de seni cayır cayır yakacak kadar içinde bellemiş, görmüyor musun?
- Neden teklikeli sulara giriyor ki, neden bilinmezleri sorup duruyor ki bana, neden böyle güzel olamıyoruz, hep güzel kalamıyoruz. Çok güzel oluyoruz biz aslında...
- Ne yapsın yani? Her ikiniz de eğlenmesini bilmiyor musunuz? Her ikiniz de birileriyle ya da başkalarıyla ya da kendinizle birlikte kahkahalar atmasını beceremiyor musunuz ki zaten? Farkı ne aranızdaki ilişkinin o zaman? Diğerleriyle gülüşlerinizden farklı olan yanı ne onunla yaşadıklarınızın? Bunu ona hissettirdin mi ki hiç? Onu yaklaştırtmadın ki hiç... Ki zaten o da sana olan tahmin edemeyeceğin kadar büyük saygısından tuttu kendini, aklıyla durdurdu kendini... Ama görmüyor musun içindeki şey aklını dövmeye başladı, aklını, zekasını dövüyor duyguları görmüyor musun?
- Durdurmasaydı! Keşke...
- İkinizin de gülüşü dünyalara bedel. Ona verdiğin değeri artık ona da hissettir. Birlikte gülüşlerinizin farkını ona hissettir. En azından ona geleceğinde bir etken olabilecek kadar değer verdiğini göster.
- Ona değer vermiyor muyum sanıyorsun!
- Demek ki bu hissini ona geçirememişsin. Hissedemiyor, göremiyor kendi değerini senin gözünde, farketmiyor musun? Çırpınıyor kendini senin gözünde görebilmek için. Ama sen hep gözünü kapıyorsun korkundan. Korkuyorsun onu sevmekten...
- Evet, çok korkuyorum! Bilmiyorum! Bir sürü işim var yapılacak, bir sürü sorumluluğum var... Yarına erken de kalkmam lazım zaten! Üff bir de bu üzerine!
- Evet, tek işi, sorumlulukları olan sensin. Kendine bahaneler, erteleme sebepleri bulmayı bırakmalısın bence. Ertelemek sadece acını uzatacak. Böyle devam edemez. Bir şeyler yap, yoksa sönümlenecek, göz göre göre yanıp yanıp bitecek o, bitecek diyorum...

* * *

  0 Fısıltı Uzak

Yarım saattir baktığı kitabın sayfasında daha bir cümleyi bile bitirememiş, yarım bıraktığı cümlenin virgülünde takılmış, dışarıda yağan pis yağmura bakarken...

- Üzgünüm
- Ne için?
- Olacaklar için... Seni bekleyen, seni üzecek olanlar için...
- Susar mısın!
- Üzgünüm ama uzak
- Biliyorum!
- Bence gerçekten bilmiyosun
- Biliyorum ama ne yapabilirim ha? Söyler misin ne yapabilirim?
- Acıya doğru koşuyorsun haberin yok
- Var! Hem de senden daha çok haberim var!
- Eee, neden koşuyorsun peki acıya acıya, salak mısın!
- Evet!

Kitabı elinden bırakır. Sonra hıncını alamaz da elinin tersiyle duvara çarpar onu. Okuduğu sayfayı kıvıraraktan yere düşüp kalan kitap ağlamaya başlar sessizce. Kız kitabının ağlamasına dayanamaz, üzerine atlar, sarılır kitaba, kıvrıldığı sayfayı düzeltir, okşar okşar...

- Hayatımda hiç bu kadar derine inmemiştim! Kenimi boğulur gibi hissetmiyorum ilk defa! Oysa denizi sevmem ben, hele pembesini. Herkes benim pembe denizimde yüzerdi aslında, ben izlerdim onların boğuluşlarını
- Eden bulurmuş
- Ne yapmışım ki!
- Sevmedin, sevdirdin!
- Onlar sevdiler, şimdi suç benim mi oldu
- Peki şimdi suç onun mu?
- Hayır! Zaten o yüzden bir şey yapmıyorum ya... O yüzden bu kadar durgunum ya...
- Kendiliğinden seni sever mi acaba diye gözlerini gökyüzüne diktin değil mi...
- Evet...
- Bence ağlayacaksın
- Ağlayacağım evet ama ağladıkça yumuşacık olacağım, büyüdüğümü hissediyorum, daha önce hiç hissetmediğim kadar, yaşadığımı hissediyorum... Onu seviyorum!
- Aptal!

* * *

  3 Fısıltı Yarım

Gözleri ilk kez onu gördüğünde, ona doğru gelirken döndüğü köşeyi izlerken, o varmış gibi, o yine gelirmiş gibi... Defalarca aynı şarkıyı dinlemek gibi, 4 saniyelik ona doğru geliş sahnesini defalarca bitirip, başlatırken...

- Gözlerinin bu kadar sık dolması ne güzel
- ...
- Islanıp, yumuşuyorsun
- Biliyorum
- Sevemedi seni değil mi?
- Sevdi ama...
- Ama?
- Korkuyor
- Sen korkmuyor musun?
- Sevgimi bastırıp, öyle iki arada kalacak, hareketsiz bırakacak kadar değil
- Biliyorum, zaten pek korkak değil senin ruhun. Çat çat çat söylüyorsun! Şaşırıyorum bazen sana
- İçimdeki o sıcak hissi nasıl geçirebilirim ki başka
- Bu kadar cesur olmandır belki de onu korkutan
- Yok, sanmıyorum. O kaybedeceklerinin esiri olmuş
- Esir?
- Korkuyor, tekrar kaybetmekten, tekrar soğumaktan, tekrar kendinden korkmaktan, tekrar yaptıklarından korkar hale gelmekten...
- Ve bu yüzden öylece kalakalıyor değil mi
- Yaşamadan, öylece akıyor... Usul bi' şaşkınlıkla, eli kolu bağlı gibi izliyor kendi hayatını
- Ne yapacaksın?
- Hiçbir şey
- İstemiyor musun onu? Çabalamayacak mısın onun için yani?
- Çaba harcayarak mı sevdireyim? Saçma. Ben onun elinden tutamam, o benim elimden tutma kararını vermeli. Her şeye, tüm korkularına, tüm çekincelerine rağmen elimin sıcaklığını tercih etmeli... Zaten tutamayacaksa elimi, tutamıyorsa elimi ben uzatmadan, benim yarımlığımı dolduramaz ki. Ben tamamlanmak için burdayım, kendi üzerime aşk dökerek doldurmak için değil...
- Peki sonu ne olacak? Kaybedeceksin...
- Kaybetmek için önce kazanmak lazım. Bir duyguyu kazanmadan kaybedebilir misin ki?
- Üzüleceksin
- Kazandıktan sonra kaybettiğimdeki kadar değil...

* * *

  1 Fısıltı İste!

Gecelerinde çok çok ışıklar yanan, kocaman kocaman apartmanları sevilen, garip, soğuk, çekici bir kentteki o apartmanların birinin en üstünde, ayakları oturduğu betondan aşağıya doğru sallanıyor, taa yere kadar sallanıyor, yere kadar yüzlerce metre buz gibi önünde duruyor

- Gözlerinin bu kadar sık dolması ne güzel
- Niyeymiş?
- Islanıp, yumuşuyorsun
- Salaklığıma ağlıyorum ben
- Ne salaklığı?
- Bu kadar sever ve sevilirken nasıl olur da mutlu olamam ben. Nasıl bu kadar beceriksiz olabilirim ki?
- Sevginin geneli beş para etmez! Birini, bir şeyi, bir dokunuşu seveceksin.
- Hepsini seviyorum, herkes beni seviyor, her şeyi seviyorum, her şeyi istiyorum!
- Hmm demek öyle. Pardon ama o zaman sen hiçbir şeyi yeterince istemiyorsun.
- Ne demek yeterince.
- İstemek ne demek? Şu an milyonlarca, milyarlarca farklı şey yapabilirsin. Öyle çok seçeneğin var ki... Ellerinle kendini okşarsın, duvarın üzerindeki kıvrımlara dokunursun, o kıvrımları içinde hissedersin, zıplayıp aşağıya atlayabilirsin, üzerindekileri çıkarıp, serin betonda, yalınayak, çırılçıplak yürürsün... Daha sayayım mı...
- Tamam evet, yani?!
- Bir şeyi istemek demek, o tüm yapabileceklerinin arasından en öne çıkması demek. Biraz sonra yaşayacağın zamanı ona vermek demek. Aynı anda bir zaman yaşayabildiğine göre, bir zamanı da ancak bir istediğine verebilirsin. Önemli olan ne biliyor musun?
- Ne?
- Ona, biraz sonraki zamanı verecek kadar istekli misin. Diğerlerini, diğer yapacaklarını elinin tersi ile itip, zamanını sadece ona verecek kadar değerli mi o senin için? Yok değilse zaten yeterince istemiyorsun onu.
- İstiyorum, iki tane zamanım olsun istiyorum, ikisini de, hepsini de istiyorum, suç mu!
- Eğer her şeyi istiyorsan, hiçbir şey istemiyorsun demek bu. Hiçbir şeyi diğerinden daha çok istemiyorsan hiçbir şey istemiyorsun demek bu. Birini öbüründen daha çok sevdiğine, istediğine kendini ikna edemiyorsan istemiyorsundur... Kısacası hepsini isteyemezsin... Bu kadar arsız olamazsın, kimse olamaz
- Ben olurum! Olmak istiyorum!
- Arsızlık diye bir seçeneğin yok zaten. Var mı zannediyorsun bi' dene istersen, ne oluyor. İşte böyle salaklığınla karşılaşıyorsun
- ...
- Susuyorsun. Kendi salaklığına mı susuyorsun. Severken ve sevilirken mutlu olamamana mı yanıyorsun? Üzgünüm ama sen kimseyi sevmiyorsun... Birini diğerlerinden daha çok isteyecek, sevebilecek kadar bile güçlü değilsin! İnatla sevginin peşinden koşturacak kadar derin değilsin. Halbuki diğerleri derin değildi değil mi?
- Sen yokken ben çok inat ettim sevgilerim üzerine, hepsi de hüsrana dönüştü. Neye yarıyor zannediyorsun ki inat, ısrar...
- Denemeye yarıyor. Ne yani, bir kere sevdin, bir kere inat ettin ve olmadı bu kadar mı? Bir örnekle kendine teori mi yazdın; "Israrla istemek sana bi' bok kazandırmaz".
- Evet kazandırmaz! Yorgunluktan başka bir şey değil...
- Yaşadığını hissetmek mi derdin, isteyeceksin! İstemeyi bileceksin. Onu da isteyeyim, diğerini de isteyeyim, öbürünü istemezsem, kaybedersem ne olur, hepsini isteyeyim, yarın diğerini de isteyeyim... Bunun sonu isteyememektir işte! Şimdi olduğun yer!
- Yedek lastiğim olsun
- Hayatın yedek lastiği olmaz, hayatı yaşarsın. Temkinli olmakla, yaşamamak farklı şeyler. İste be kızım! İste! En çok içini deleni iste. En çok seni sen yapanı iste!
- Korkuyorum
- Herkes korkuyor
- Hiçkimseyi kaybetmek istemiyorum!
- O zaman hiç kimseyi de kazanamak istemiyorsun sen

Teoman çalmaya başlar ama tam ortalardan "Çok kadın hiç kadındır oğlum, yalnızlıktır sonu" derken giriverir. Oysa kız şöyle duyar sözleri; "Çok" sevmek hiç sevmektir kızım, yalnızlıktır sonu. Ya yapayalnızlık ya da yarım sevenler kalabalığında acıtan, oyan, deşen yalnızlık... Sevmesini bilmek zordur hakkaten...

* * *

  3 Fısıltı Gaz

Saatlerce dert dinledikten sonra, gençten, güzelden bir kızcağızı kapıdan uğurladıktan sonra, tuvalette, şampuanın arkasındakileri okurken...

- Tam bir salak bu kız!
- Hşşt, sakin ol. O benim arkadaşım
- Amaan sevsinler arkadaşını, baksana nasıl saçmalıyor
- E öyle çalışıyor onun da beyni naapalım
- Çalışmıyor desene sen şuna
- :))
- Neymiş efendim, sevdiği çocuk ona çok değer verdiği için ileri gitmek istemiyormuş, bu ne embesil bir düşüncedir yahu!
- Sakin ol, tamam :)
- Ya gerçekten taa karnından seviyorsan, sevişmek akarak geliyor zaten.
- Doğru dedin, benim de aklıma hiç "sevişsek mi acaba" diye bir şey geldiğini hatırlamıyorum
- E gelmez tabi, tutamazsın ki içini, sevişmek karşılıklı sevmek demek değil mi ki zaten?
- Ya tamam ama maalesef sevişmeyi birçok erkek mekanik bir şey zannediyor. Bir kadın kadar yoğun hissedemiyorlar ki hiç, o onların fizyolojik hatası işte maalesef.
- Mekanik hissetmeleri sevdikleriyle sevişmemeleri gerektiğini düşündürüyor yani?
- Aslında biraz da sosyal bir şey onlar için sevişmek. Övünürler falan ya
- Yani diyorsun ki, seviştikleri kızları arkadaşlarına ballandıra ballandıra anlattıkları için seninle sevişemez, çünkü sana değer veriyor, böyle mi düşündüklerini söylüyorsun bana!
- Aynen öyle
- Hay geri zekalılar hay!
- Ay sus be, gerdin beni :) Tamam, sakin ol :))
- Ya neye sinir oluyorum biliyo musun, sevişmek gibi bir kelimeyi hep seksle bağdaştırıyor ya herkes.... İnsan sevdiğinin gözlerine bakarak, saçlarını koklayarak ya da belinin kıvrımlarına saatlerce dokunarak sevişebilir pek ala...
- Ahh, hem de nasıl :)
- Sevişmek kinetik enerji meselesi değil ki, duygu işi, yoğunluk işi. Genelevde mi çalışıyorum ki ben sen bana "Sevişemem, sana ayıp olur" diyosun. Para ver o zaman, öyle seviş, hey allahım!!
- Üff ne doluymuşsun sen yahu, ne doluymuş öyle benim karnım, gel ben senin gazını alayım...
- Yaa dur bi dakka konuşuyoruz şurda!!

* * *

  7 Fısıltı Silgi

Bir üniversite amfisinde. Bir final. Herkes sessizce yırtınıyor, çırpınıyor. Ders; Sosyoloji. Süre; Bir hayat boyu...

- Bunun gibi ama daha kocaman bir silgim olsun istiyorum
- Ne silgisi?
- Ruhuma kazıdığım erkeği silmek istiyorum
- Eskiden beraber olduğun çocuğu mu?
- Hayır, benimkini.
- Seninkini mi?
- Evet, benim çizdiğimi
- Anlamıyorum
- İçim bomboş olsun istiyorum, hiçbir şey olmasın. Olmasın ki, hiç tartamayayım karşımdakini. Onu benimkiyle karşılaştırmayayım. Onu olduğu gibi göreyim, olduğu gibi seveyim.
- Hmm, ilginç. Peki nasıl anlayacaksın sevdiğini?
- Bilmiyorum.
- Ya hiç olmayacak birisine aşık olursan? Hiç karşılaştırmadan olur mu hiç?
- Neye yarıyor ki? Diyelim ki az geldi, daha tipsiz, daha duygusuz geldi benimkine göre, ne yapmalıyım?
- "Demek ki o değilmiş aradığım" deyip, arkanı dönüp gitmelisin
- Ne ki bu, deneme tahtası mı? Kaç kişiye vereceğim ruhumu "O mu acaba?" diye
- O kadar kevgir değilsin ki zaten. Eleğinin boşluklarını biraz dar tut ve dene, tüm yapman gereken bu. Denemekten başka şansın yok...
- Artık kimseyi değiştirmeye çalışmak istemiyorum. Kimseyi içimdeki erkeğe benzetmeye çalışıp, orasını burasını çekiştirmek istemiyorum, yoruldum. Zaten bi süre sonra yay gibi eski hallerini alıyorlar.
- Peki ne yapacaksın ki?
- Sanırım beklemeliyim. Onun beni gelip bulmasını beklemeliyim. O gelip beni fethetsin.
- Pamuk Prenses misin sen :)
- Hayır, artık masallarda yaşamayı bıraktım. Gerçek ve acı olacak bir sonraki aşkım.
- Geçmiştekiler de öyleydi zaten :)
- Üff dur kafamı karıştırma...
- Devam et doğru yoldan gidiyorsun. Doğru yoldan gitmeye puan var
- Üff, silgi mi lazım bana şimdi, dar elek mi? Her şeyi unuttum, hiçbir şey mantıklı değil, hiçbir şey bilmiyorum gibi! Üstüme gelme!
- İşte şimdi geçtin sınavı :) Ancak böyle geçebilirdin zaten, bilmeyerek :)

* * *

  2 Fısıltı Tren

Geri geri gitmek için kalkış düdüklerini öttürmekte olan bir trenin önünde...

- Boşveremeyecek kadar, gidemeyecek kadar, bir daha onu görmemeyi kabullenemeyecek kadar kapıldım ona
- İyi ya, afferin sana :)
- Ne diyorsun sen ya!
- Çok güzelleştin diyorum, hem de çok
- Gidemiyorum
- Gitme, dur orda
- Hayatımda hiç bu kadar aciz hissetmemiştim kendimi, bu bir başarı mı şimdi? Onu mu diyorsun bana?
- Evet, hem de en büyüğü. Kendinden sıyrıldın artık, elveda narsizm :)
- Acizim diyorum!
- Aciz olduğunu hissettiğin ve bildiğin için bu mümkün değil, olamazsın. Ucunda kocaman bir şey duran bir acının başlangıcında olmayı tercih etmek acizlik değildir ki. Bırak, binme o trene. Zaten en başından beri biliyordun binmeyeceğini. Şimdi gara kadar gelerek görkemini arttırdın bu seçimin :) Ne güzel oldun sen, ne çok sevdin öyle...
- Sarıl bana!

* * *

  3 Fısıltı Gelecek

Karanlık, sisli ve on adım sonrasında ne olduğu bilinmeyen bir yolda birlikte yürürlerken birisi birden durdu. Sertçe baktı diğerinin gözlerine. Tek bir kelime etmeden dönüp gitti.

- Gel
- ...
- Hadi
- ...
- Yürü hadi
- Nooldu şimdi? Neydi bu?
- Sinirlendirdin onu
- Ne yaptım ki?
- Tersledin
- Şakaydı! Bugüne kadar suratına suratına yaptığım yüzlerce şaka gibi sıradan ve aynı dozda
- Zaman yanlış olabilir
- Hayır! Kabul etmiyorum. Neden hep ben anlayışlı olmak zorundayım ki?
- Zorundasın
- Neden?
- Bekleyen sensin
- Ne yani?
- İstersen anlayışlı olma
- Ben öyle biri değilim ki, doğamda var zaten benim bu, zoraki anlayış çıkartmıyorum ki cebimden ama bu neydi şimdi?
- O da üzülmüştür
- İnsan üzüleceği şeyi neden yapar ki, bence üzgün değil kızgındır. Haklıların en haklısıdır şimdi, burnundan soluyordur
- Haksızlık ediyorsun, öyle biri değil o, sen de biliyorsun
- Bilmiyorum! Bilmek için izin bile vermiyor
- Yine haksızlık ediyorsun
- Bi' kere de ben edeyim, ne olacak!
- Yapma
- Neden? Bir tane geçerli neden verebilir misin?
- Sen değilsin. Sen haksızlık edemezsin sevdiğine. Sevmediğini hiç iplemezsin ama sevdiğine yapamazsın
- Yapmak istiyorum. İnsanlar ve hatta sevdiklerim beni nasıl kolayca incitebiliyorsa ben de onları incitmek istiyorum
- İstemiyorsun ayrıca kağıt üzerinde incinen şimdi o. İncinirken incittiğini düşünecek kadar bağımsız olmasını bekleme onun
- Nereye gideceğim şimdi ben? Ne yapacağım?
- Hiçbir şey. Hiçbir şey olmamış gibi yapacaksın
- Ama oldu! Kırılmaya çalışırken kırdı beni! Arkasını dönüp saygısızca gitti.
- Sen tersledikten sonra yaptı onu, onuttun mu?
- Kahretsin! Şakaydı!
- Gel hadi yürü. Issız burası, hırlısı var hırsızı var. Gidelim evimize.
- Tam burda bekleyeceğim onu. Dönüp gelecek. Özür dileyecek benden. Haksız yere trip attığını söyleyecek. Gergin bir anımdaydım diyecek. Gelecek!
- Saçmalıyorsun, boşuna daha çok üzeceksin kendini.
- Sen git, bekleyeceğim, gelecek, gelmeli!

* * *

  0 Fısıltı Bere

Güneşi doyasıya alan pencerelerin apaydınlık ettiği yatak odasında... Yatağın üzerinde pijamalarıyla bir kız ve yanıbaşında iki gündür bir sayfasına dahi göz değdirmediği kitabı

- Ne çok düşündün son hamleni
- Zor ama
- Katılıyorum, zor.
- Hep de zorlarına giderim zaten. Halbuki kolayı ağzımın içine bakar...
- Kaçan kovalanır derler :)
- Klişe ama doğru galiba, ben de kaçınca arkamdan geliyorlar :) İstemiyorum ama...
- Tamam bakma artık. Öyle dik dik bakınca çalmaz o :)
- Üff, biliyoruz! Elimde değil...
- Gel hadi çıkalım, yürüyelim biraz, zamandan uzaklaşmış oluruz
- Hmm... İyi fikir sanırım. Hem belki de yolda arar

Beresini taktı, kulaklıklarını da beresinin altında üşümeyen kulaklarına. Ritmle birlikte adım atmaya başladılar.

- Peki, bir şey sorucam
- Evet?
- Sen neden aramıyorsun onu?
- Aramam, olmaz
- Neden?
- O zaman olmaz ki, ben aramış olurum
- Ne var ki bunda?
- Sanki onun beni düşündüğünden daha çok düşünüyormuşum gibi olur
- Öyle değil mi ki :)
- Üff! Pislik! Sus tamam, yürü

Gözleri sessizmiş gibi akan hayattadır. Kulağındaki müzikler hayatını klibe çevirir, içindeki küçük heyecanla varacağı bir yer olmadan yürümeye devam ederler

- Değiştirsene şu parçayı
- Niye be, severim ben onu
- Çok hüzünlü
- Olsun ne var ki
- Değiştir işte, bi yaz şarkısı aç
- Olmaz, sırayla dinlenecek! Hem sen seçtin bunları zaten en güzelleri diye.
- Üff tamam be tamam, uyuz! Hem bişi dicem, öyle değilim ki ben!
- Nasıl değilsin?
- Ondan çok düşünmüyorum onu
- Hahaa nerden biliyosun?
- O da seviyo ki
- Yaa, öyle mi :) Peki neden aramasını bekleyen taraf sensin? Saatlerce sadece telefona bakan ben miyim?
- Belki o da bekliyodur
- İşte, belki diyebilirsin sadece
- Bence bekliyodur o da benim aramamı
- Bence dersin işte :)
- O da benim gibi düşünüyodur :) Onun beni çok sevdiğini anlamayayım diyedir, benim gibi : )
- Hey allahım, ne aptalsınız siz ya... Yahu seviyorsunuz, ama birbirinizin birbirini sevdiğinizin ortaya çıkmasını istemiyosunuz. Salaksınız siz salak :)
- Güzelliği tam burası ki zaten :) Bilinmezler, heyecanlar, beklentiler, göz parıltısı...
- Al işte, aşk aptallık değil de nedir şimdi, söyle bana :)
- Aptallıksa aptall... Alo?...
- ??
- Alo?...
- ???
- Anne? Üff anne sen miydin... Ya yok... Ya üff tamam... Ya arama mı dedim ben şimdi... Başka bi arkadaş arayacaktı da, o zannettim.
- Hahha, arkadaşmış :))
- Hşş sus! Yok sana demedim anne... Ya yok anne ne çeviricem... Yoldayım... Ya nereye gidicem, derse gidiyorum

* * *

  0 Fısıltı İzmir

Garip ve pek görülmeyecek cins, "s" formunda, estetik bir üstgeçitten karşıya geçtiler, denizin hemen yanına. Apartmanlar öyle uzaktı ki... Hem onlara hem de birbirlerine... Gökyüzünün bu kadar yüksekte olduğunu tekrar burada farkedebiliyordu. İnsanın içine serin bir ferahlık dolduruyordu bu aralıklar. Nefes alabildiğinizi hissediyordunuz burada, rahatlık ve huzur, denizin yumuşatıcı etkisinden herkesin içine dolmuştu...

- Çektin mi içine derin derin
- Evet :)
- Miss gibi deniz. Serin, ferah...
- Balıkçıların önünden geçerken duyduğum burun dağlayıcı, keskin kokuyu bile özlemişim
- Ben de :)
- Baksana şöyle denize doğru. Denize değil ama tam oralara, üzerine...
- Minicik minicik dalgalı...
- Evett! Sanki altında bir sürü insan var ve bu mavi çarşafın altında oynaşıyorlar, ellerini yukarı yukarı kaldırıyorlar... Bir o kaldırıyor, bir öbürü... Müzikal gibi!
- Güzel konuştun :)
- Koşup atlamak geldi içimden tam ortasına :)
- Yapalım mı :) Hadi!
- Dur be manyak... Annemler var
- Hahha sanki annenler olmasa atlayacaksın, salak :)
- Sensin salak... Dur biraz annem bir şey diyo

En kıyıdan yürüyordu, denize en yakın yerden. Kollarını açıyordu çocuk gibi, düşer gibi yapıyordu denize... Oysa kocaman bir kız o... Böyle minik şımarıkları severdi, zararsız...

Annesi ve teyzesinin yüzünde gülümsemeler, onun varlığıyla alakalıydı. Sevinmişlerdi o geldiği için... O an hepsi, hayatlarının kalan kısmında bir daha hiç kötü düşünemeyecek kadar güzel ve temiz gözüküyorlardı

- Bahsetsene annene
- Ya hemen olur mu
- Hemeni ne yahu, sayılı gün zaten
- Ya tamam tamam bahsedicem
- İçin içine sığmıyo ki, görmüyo muyum zannediyosun?
- Ya tamam sus...
- Aşıksın! Aptalsın :)
- Pislik!

* * *

  2 Fısıltı Yürüyen bant

İstiklal'de, dar ve karanlık bir ara sokakta, dımtıs müzik sesinin diğer bütün sesleri bastırdığı, varolmasına izin vermediği bir barda...

- Kalkar mısın ayağa
- ...
- Sana diyorum, ayağa kalk
- ...
- Hey, kalksana kızım, herkes sana bakıyor
- Yürüyen bant alacaktım
- Neee?
- Yürüyen bant...
- Ne diyosun, anlamıyorum, kalksana, topla kendini. Ver şu telefonu, kimdi arayan?
- Biriktirmiştim, hazırdı her şey...
- Gel şöyle, gel çıkalım...

İçerideki duvarları, köşeleri dönen renkli ışıkların arasından, dans eden, çılgınca eğlenen insanların arasından, düşük omuzlarla dışarı çıktılar. Sesler dışarıda daha boğuk, daha alçak ve daha soğuk kalıyordu...

- Nooldu kızım?
- Benim yüzümden!! Allah kahretsin benim yüzümden!
- Ne diyosun ya, ne senin yüzünden!
- Asıl senin yüzünden! Sen getirdin beni buraya! Sen mahfettin her şeyi!
- Neyi mahfetmişim yahu! Saçmalamayı kesip, ne olduğunu anlatacak mısın
- Karnıma girip, eğlenmek için zorladın beni! Çık dedin, eğlenmeye ihtiyacın var dedin! Ama suç bende, suç bende... Ned...

Yüzü aniden kızardı, kırmızılaştı. Elini yanağına götürdü. Donmuş gözleri yanağındaki acıdan ötürü değil ama dolmaya başladı. Dayanamayıp, üzerine düşer gibi sarıldı. Ağladı, ağladı...

- Neden?

Birbirlerine dayanarak uzaklaştılar İstiklal'den, hiçbir şeye binmediler, yorulana kadar yürüyeceklerdi. Kendilerine böyle bir ceza kesmişlerdi...

- Yürüyen bant alacaktım ona. Ara tatilde götürüp sürpriz yapacaktım.
- Ağlama...
- Bir hafta olmuş biliyor musun
- Neden haber vermemişler ki?
- Sınav haftası ya, annem söylemeyin demiştir
- Üff!
- Peki biz nerdeydik? Ha?
- Ya kendini niye suçluyosun ki şimdi...
- Nerdeydik, sana soruyorum!
- Ya tamam, üff!
- Bardaydık, evet! Kıçlarımızı atıyoduk, deli gibi dans ediyoduk!
- Olan bir hafta önce olmuş, senin eğlenmenle alakası yok. Üfff neler diyorum ben... Sanki bugün ölse bizim yüzümüzden olacaktı... Aman, ne dediğimi biliyor muyum ben!
- Yürüyen bant alacaktım, soğukta dışarı çıkmak zorunda kalmayacaktı. "Korkuyorum kızım, hırlısı var hırsızı var gece gece, göbek eritelim derken" derdi, korkardı hem çıkmaya... Yürüyen bant alacaktım...
- Giy şu ceketi, boğaz o karşındaki, çarpar adamı rüzgarı

* * *

  0 Fısıltı Telefon

Arkalarına döndüklerinde gerilerinde görecekleri dükkan, daha ziyade teknomarket olarak anılırdı. Normal fiyatların %20 fazlasına insanlar alışveriş yaparlardı orada, sadece "Oradan aldım" diyebilmek için

- Neden değiştirdin ki?
- Eskimişti
- Ne kadar kullandın ki eskiyecek : )
- Ne diyosun ya, iki yıllıktı
- Haha! Kaç yıllık olduğu değil, ne kadar kullanıldığı önemli
- Neden hep acıtıyorsun!
- Aranmıyorsun, kimse seni aramıyor
- Arasınlar istemiyorum zaten, kimseyi istemiyorum şimdi
- Yok ya, neden değiştirdin peki hiç kullanmayı bile aklına getirmediğin, bir günden öbür güne cebine koyup, sonra başka bir yerde çıkarıp, masaya koymaktan başka bir şey yapmadığın telefonu?
- Yeni bir şey almanın bu kadar büyük bir suç olduğunu bilmiyordum, kusuruma bakma
- Yeni olunca aranacağını mı sanıyorsun, kim bilir ki senin telefonunun markasını, kim ilgilenir ki beğendiğin rengiyle?
- Tek istediğimin birilerinin beni sevmesi olduğunu mu zannediyosun?
- Güçlü gibi görünmek, başkalarına ihtiyacın yokmuş gibi rol yapmayı bırakıp birilerine değer vermeye başlasan iyi olacak
- Hiç kimseye ihtiyacım yok! Eninde sonunda hiçbiri beni ben kadar bilemiyorlar...
- Peki sen bir başkasını bilmeyi denedin mi hiç?
- Uzaklaşır mısın benden, poşet bacaklarıma çarpıyor

* * *

  2 Fısıltı Buruşuk peçeteler

Karanlık bir yatak odası, dağınık çarşaflar, buruşturulmuş peçeteler, eski fotoğraflar...

- Ayrılık yaradı sana
- Onunla sevişmek güzeldi
- Kullanıyordu resmen seni, vucudunu
- Eğleniyorduk, eğlendiriyordu beni
- O herkesle eğlenir zaten, hafif hafif hatta sığ sığ
- Onun yanında güvendeydim hep
- Kaba kuvvetine güvenip sürekli dayak yediği için mi?
- Evet, öyle bir kavga sever hali vardı ama...
- Garip garip konulardan tartışmalara gitmez miydiniz?
- Evet ama...
- Sana saygı bile duymuyordu o, ne zaman dinledi seni, ne zaman içindeki acıyı görüp en az o kadar acıdı onun da içi? Umursadı mı gerçekten seni? Bildi mi içini?
- Yok artık, sen de!
- Ne zaman sana taa içinden geldiğinden emin olduğun bir şey söyledi? Hangi rahatsızlığını görüp, bilip, seni üzmemek için kendinden vazgeçti?
- İnsanlar kolay değişmez
- Peki, ya sen? Sen nasıl bu kadar aciz oldun onsuz?
- Seviyorum hala onu, geri dönmeliyim
- Saçmalıyorsun
- Bağlıyım, bağlandım, kopamam diyorum...
- Sen ona değil, aşka bağlısın, hep öyle oldun
- Hayır, onu seviyorum, çekil önümden
- Ne yapıyorsun!

Yataktan kalkınca düşen peçeteleri gayri-ihtiyari tekmeleyip, onunla birlikte aldığı montu giyer sırtına, kapıya yönelir

- Yapamam
- Git, hadi git, yap aptallığını! Pek bir emin kalktın ya yataktan, pek seviyorsun ya onu, hadi git!
- Yapamam, kendime bunu yapamam
- Komiksin
- Vurma, zaten yerdeyim
- Bağlandın sen ama sağlam yere değil. Düşünsene şimdi, hakkaten senin kadar derinden kanıyor mudur o?
- Kanar tabi ki, o kadar zaman geçti birlikte, üzülmez mi hiç, üzülür...
- Üzülmek mi... Hah! Sor bakalım, üzüntülü mü yoksa sinirli mi?
- Dönmek bir şeyi değiştirmeyecek mi?
- Ona dönmeyeceksin, dönmek istediğin aslında o değil
- Neden bahsediyorsun sen, seviyorum onu ben, bak kopamıyorum işte!
- Aşka aşıksın, aşka bağımlısın sen, hiç kimseyi sevmedin, aşkı yaşamayı sevdin hep, onları değil
- Sus, acıtıyorsun!
- Onsuzken içinde olan gücünün farkına vardın sanırım sonunda, sandığından daha güçlüsün
- Sanmıyorum, bilmiyorum

* * *

  0 Fısıltı Patlıcan

Caddenin karşısından bakıldığında içerisi taa mutfağına kadar gözüken, kasadaki üzeri önlüklü çocuğun her hesap alışı için garsonların "Hesaaap" diye bağırmasından sonra mutfaktan hızlı adımlara geldiği, gereğinden fazla ucuz olan bir restoranın önü

- Hadi yürü, gir içeri
- İstemiyorum
- Ne oldu?
- Bilmiyorum, utanıyorum
- Kimden?
- İçerdeki herkesten, ben girince gözlerinin bir tarafı "Hmm... Bak her gün gelen mavi saçlı kız yine geldi" diyecek herkesten
- Kalabalık değil zaten içerisi, hadi gel. Paket de yaptırabilirsin, hadi...
- İstemiyorum, kasadaki o çocuk bile benden bıkmış gibi sanki. Dudağının kenarından zorla çıkan gülümsemesinin arkasındaki bıkkınlığı görüyorum.
- Hayret bir şeysin yahu, devamlı müşteri olmak kötü bir şey mi diyorsun şimdi sen bana? Devamlı gelen müşterileri sevmezler mi yani? Ne kadar garipsin.
- Hayır, hayır, sevmezler! Bakışlarını görebiliyorum.
- Patlıcanı çok seversin, gel hadi, bu saatte sıcakcık, yeni çıkıvermiştir
- Sıradanım, çok sıradanım! Hep aynı şeyler, aynı yerler, gidecek başka bir yerim yok sanki
- Var, olmaz mı, şuradaki yere hiç girmedik. Gel hadi orayı deneyelim bugün, değişiklik olur.
- Tanımıyorum oradakileri, istemem. Hem içerisi çok karanlık gibi... Ne diyorum ben!

* * *

  2 Fısıltı Çorba

Köşedeki sokak lambasının ışığından gelen aydınlıktan yansıyanlardan başka hiçbir şeyin gözükmediği bir mutfak, masa ve soğumuş bir çorba;

- Neden duruyorsun öyle
- Ne yapayım? Ne yapmamı istiyorsun yine?
- Yaşamanı istiyorum
- Ne için?
- Yapabileceğin tek şey o çünkü, güzel de yaşardın sen, bilirdin mutlu etmeyi kendini
- Artık hiçbir şeyin önemi yok
- Saçmalıyorsun
- Neyi değiştirebildim, neyin önüne geçtim?
- Her istediğine kavuşamazsın
- Neden? Her şeyi yapmadım mı? Tüm olasılıkları düşünmedim mi, önlemler almadım mı, sevmedim mi?
- Demek ki yeterli değilmiş
- Nasıl yani, daha ne yapabilirdim ki, daha ne kadar çaba harcamalıydım ki!
- Belki de fazlaydı yaptıkların, fazla geldi ona
- Ne kadar saçma sapansın! Bir önce dediğin, bir sonrakini tutmuyor
- Hayatın kendisi saçma zaten, mantık üzerine kurulu mu zannediyordun ki?
- Hiçbir anlamım yok kaderin önünde, o kadar etkisizim ki. Hele kendi üzerimde, kendi hayatımda bu kadar etkisiz, çaresiz, zavallı olmak beni kukla gibi hissettiriyor
- Hadi çorbanı bitir
- Tutunmam gerek bir yere, tutunmalıyım

* * *

  0 Fısıltı Dans et!

Her kolunu sallayanın giremeyeceği kadar pahalı bir gece kulübünde...

- Ne güzel gülüyorsun
- Hahah, teşekkür ederim
- Çok mutlusun
- Sanırım : )
- İçinden geliyor mu hakkaten gülmek
- Geliyor tabi, nasıl soru ki bu?
- İçinden gelmiyor o beyninden geliyor aslında biliyorsun değil mi?
- Yoo, gayet mutluyum ben
- Kendini kandırıyorsun
- Dansedelim mi?
- Acımaz mı için?
- Dans etmek istiyorum
- Sallarken dağılır mı ki sahte mutluluğun?
- Müziğe aşığım, sesini daha çok açsınlar

* * *

  1 Fısıltı Otobüs

Karanlık bir sokak arası, gece yarısı, soğuk;

- Neden öpmedin onu?
- Sana ne?
- Öpmek istiyordun, hem de çok, gözlerinden, dudaklarından belliydi.
- Öpemem, öpemezdim
- Çok yaklaşmıştın, dudakların daha önceleri daha uzak araları bile koşarak kapatıp, kavuşmuştu başkasının dudaklarına
- Evet, başkasının...
- Ne zaman kendi önünde, kendi arzularının önünde durmayı bırakacaksın
- Otobüs kalkacak, çabuk, yürü.
- Ne zaman?
- Üff, bilmiyorum!
- Başkalarını üzmemek için kendini üzüyor olmak seni iyi biri yapıyor zannediyorsun değil mi? İyi olmak ne demek ki? İyi olunca kazancın ne oluyor bana söyler misin?
- Üstüme gelme lüften! Rica ediyorum! Ve lüften daha hızlı yürür müsün!
- Ne kadar hızlı yürüsek de yetişemeyiz.
- Beni sorgulamayı bırakır yürürsen yetişiriz.
- Salak seni, kaçırdığının otobüs olduğunu zannediyorsun değil mi? Hayatı kaçırıyorsun haberin yok

* * *

  0 Fısıltı Terbiyesiz

Kutu kutu çalışma yerleri olan bir plazanın 34. katı, sigara odası;

- Çok acıyor mu yüzün
- Hayır! Bu konuyu kapatır mısın?
- Yakıştı mı sana?
- Susar mısın?
- Bazen.
- Herkesin karnı guruldar, sen nereden çıktın böyle? Neden beni sorgulayıp duruyorsun. Rahat bırak beni. Özel biri değilim ben, herkes kadar yanlış, herkes kadar güçsüzüm. Hiçbir zaman senin beni yapmaya çalıştığın kadar güçlü olamayacağım! Bunu kabullen ve beni rahat bırak!
- Oysa ne kadar güçlüymüş gibisin değil mi? Nasıl da ağzının payını verdin kızcağızın.
- Kızcağız deme ona! Haketmişti.
- Oysa ne kadar da oturmuş bir kişiliğin vardı senin, hep bundan bahsederdin ya erkek arkadaşına. Onun da bu yönüne aşık olduğunu zannederdin hatta.
- Nerelere gidiyorsun böyle, beni nerelere çekiyorsun, neden beni yoruyorsun! Neden bana zarar veriyorsun.
- Evet, zarar da veririm, kim söyledi ki senin meleğin olduğumu.

* * *

  0 Fısıltı Garip

Kendi başına kalınca çözümler aramak için karnına iniyordu. Onlardan biriydi bu yine. Karnının pek yararı olmadı bu sefer oysa;

- Seviyor musun onu?
- Başlarda denemiştim. Sevişi beni pek heyecanlandırdı. Ama yine aynı duygu işte. Çok güzel seviliyorum da, beni seveni sevemiyorum! Ve soğuyorum! Peki ya şimdi! Beni sevemeyecek olanı seviyorum, ilk kez!
- Yani sevmiyorsun onu?
- Söyledim ona da "Hissetmiyorum ki ben seni, senin beni hissettiğin kadar" diye.
- Sevmiyorum demek değil ki bu :)
- Ne demek öyleyse! Nasıl derim ki başka. "Git", "Git, istemiyorum seni" mi diyeyim yani direk. Sevmiyorum ama bunu ona söyleyebilecek kadar bile cesaretli bile değilim, bakar mısın şu acınası halime!
- Acınası değil halin. İki ateş altında kaldın. Sadece bu.
- İki ateş mi? Uzaktaki ateş etmiyor ki. Hep ben ateş ediyorum.
- Yakındaki sana ateş ediyor ama
- Evett! Hem de nasıl! Bu kadar çok ateş etmesi beni çok korkutuyor.
- Etmesin mi yani?
- Etmesin. Ben bu kadar sevilecek ne yaptım ki iki günde!
- İki gün olmadı
- Ne yani 2-3 hafta mı diyeyim. Neyi değiştirir ki. Bir kalp bu kadar kısa sürede kimi bu kadar sevebilir?
- Sevdi demek ki
- Ama sevmesini istemiyorum ben
- E o zaman ayrıl
- Demesi ne kadar kolay değil mi?
- Peki uzaktaki?
- Onun beni sevip sevmediğini bilmiyorum ki daha. Sadece yazılar, yazılar, imalar, metaforlar, oyunlar.
- Oyun mu oynuyor yani seninle?
- Sanırım. Oyun gibi. Gerçek olamaz. Bu kadar sevebileceğim birisi karşıma çıkamaz ki. Oyun bu. Hem o taaa uzaklarda. Oyun olmaması için geçerli bir neden verebilir misin ki?
- Yok, veremem sanırım. Peki şimdi sen bile bile oyun mu oynuyorsun
- Evett işte! Nasıl acınası hale düşürüyor insanı kalbi! O oyunun içinde sevmek istiyorum onu, belki bi' şans o da beni sever, benim sevişimi görüp
- Çok hayalperestsin şimdi, farkındasın değil mi?
- Üff!
- Ne yapacaksın peki şimdi?
- Ne yapmam gerektiği açık ama nasıl? Nasıl incitmedem...
- Nasıl hakkaten?
- Yaa sen boşuna mı içimdesin, akıl versene işte bana. Görmüyor musun halimi!
- Ne diyebilirim ki. Çok garip bir yerdesin.

* * *

  0 Fısıltı Buz gibi

Küçük bir kasabanın, çay bahçesinden bozma bir kafesinde...

- Neden güzel değilim?
- Güzelsin
- Zırva!
- Pürüzsüz ve beyaz bir yüz mü istemiştin?
- Sorun hepsinde. Neden kendimi görmekten korkuyorum.
- Sahip olduklarının farkında değilsin
- Yetinmek istemiyorum!
- Yetinmek değil, sevinmen gerek. Bu güne kadar ne kadar da çok topladın, kazandın, sevdin, sevildin
- Hepsi yalanmış
- Neden?
- Sen söyle neden? Neden şimdi kimsem yok yanımda. Neden şimdi yalnızım?
- Yalnız mısın? O var. Yalnız değilsin, belki yalnızlığı seçiyorsun
- Onu bile seçemiyorum. Yalnız bile olamıyorum. Anlamıyorsun beni, iyi değilim diyorum
- İyi olmamayı seçiyorsun. Çünkü daha kolay.
- Zorluklara karşı yürümenin bir sonu mu var söyler misin?
- Var, evet. Ne zaman kendinle durulursun, ne zaman kendini anlamaya başlarsın, o zaman.
- Sevmiyorum kendimi, sevmeyeceğim...
- Kahveni bitirmeyecek misin?
- Soğudu!
- Bir yudum al
- Buz gibi diyorum!
- Belki soğuk da güzel, bilmiyorsun ki?
- Saçmalıyorsun, gidiyorum ben.
- Dur, gitmeyeceksin, kaçmayacaksın! Kaçtığın yerde sen yok musun sanki?
- Bıktım!

* * *

  1 Fısıltı Bozuk para

Kocaman ve korktutan bir caminin önünden geçerken

- Bozuk paramız var mı?
- Verme!
- Servetimizi yetirmeyiz
- Beni zayıf gösteriyor onlar
- Değil misin?
- Vermek istemiyorum, acımıyorum ki ben onlara aslında
- Peki neden yardım etmek ister gibisin?
- Kendi çaresizliklerimi iyilik yaparak saklayabileceğimi mi sanıyorsun?
- İyi birisin ama zaten
- Değilim diyorum, sorun da bu. Herkes kendini iyi zannediyor. Herkes iyiyse bu kadar kötülük nasıl yayılıyor her yere
- Sen iyisin
- Sus!

Yere düşen iki-üç metalin sesi, sinirli araba sesleri yüzünden hiç farkedilmez bile... Ama yine de düşerler.

- İyisin : )
- Sus diyorum!

* * *

  0 Fısıltı Klik!

Sadece 3-5 çiftin olduğu, aptal bir komedi filminin oynadığı karanlık bir sinema salonunda

- Film nasıl?
- Bilmem ki
- O ne demek ya :) İnsan bu kadar da belli etmez ne için geldiğini. Sinema sanatına büyük haksızlık yapıyorsunuz, terbiyesizler
- Ne terbiyesizi ya! Ne yaptık ki, deli!
- Elini omzuna atmak için önce esner gibi yapıp, elini taa yukarı kaldıranlardan mı acaba seninkisi :))
- Sus ya!
- Bence direk onlardan hahha
- Çok kötüsün!
- Aaa bi' dakka elini cebine sokuyo, napıyo öyle?
- Aaaa?
- Çakmak mı o? Yok, telefon mu? Telefon telefon...
- Çalıyo mu ki? Aaa! Telefonunu kapatmayan hödüklerden mi yoksa, tanrım hayıır!
- Hahhah, ay çok eğlenceli
- Yaa!!
- Dur dur, yukarı kaldırıyo
- Ne yapıyo ya?

Mekanik bir efekt duyulur. Ne talihsizliktir ki filmin de en sessiz sahnesine denk gelmiştir.

- İnanmıyorum!
- Aaa fotoğrafınızı çekti!
- ...
- Hakkaten fotoğrafınızı çekti! Ayy çok romantik...
- ...
- Saygısız mı acaba? İnsanları rahatsız etti! O kadar elini yukarda tuttu, insanların gözünün önünde. Saygısız!
- Sus be, aaa, ne alakası var...
- Suyun aktı di mi, aşifte seni!
- Terbiyesiz!
- Hoşuna gitti di mi, itiraf et
- Gitmedi
- Nasıl gitmedi ya, gözün daldı gitti. Kıçı kalkmasın diye belli etmemeye kasıyorsun di mi? Sen az polimci değilsin biliyo musun!
- Bana ne!

Salonun arka sıralarından kıkırdamalar yükselir, yan tarafta bir patlamış mısır yere düşer, düştüğü yere en yakın olan dudaklar kesişmiş. O an orada sadece filmin yönetmeni bulunmak istemez ve ağlar. O andan sonra yönetmen adını Kar Wai Wong olarak değiştirir.

* * *

  3 Fısıltı Kedi

Nemden buğulanmış, dumanlanmış bir banyoda, şıpır şıpır sular dökülürken ve şıpır şıpır terlerken, donuk bir şekilde oturmuş, suyun dakikalarca saçlarını ıslatmasına izin verirken...

- Merak ediyorum acaba yine severler mi beni?
- Sanmam
- Neden ki? Sevmişlerdi. Hem de deli gibi
- Demek ki sandığın kadar deli değilmiş. Hepsi bir başkasına sevdalanmıştır artık. Başka hayalleri vardır, başka mutlulukların peşindedirler
- Ya ben? Beni tamamiyle mi unutmuşlardır yani, hadi canım! Mesela biri bile benimle sevişmek istemez mi şimdi? Unutmuşlar mıdır tenimin kokusunu?
- Unutmak seninle ya da bir başkasıyla alakalı değildir ki. İnsanın unuttuğu sevdiği kişi değildir ki, hisleridir, hisler gider, hisler erir. O zaman unutur...
- Şimdi içlerinden biri çıkıp gelse birden önüme. Dese keşke "Seni hala seviyorum"
- "Unutamadım. Yıllardır aklımdan çıkmıyorsun" da desin mi :)
- Yalnızım.
- Biliyorum.
- İhtiyacım var.
- Biliyorum.
- Sevilebilecek biri olduğumu tekrar hatırlamam gerekiyor
- Biliyorum ama şimdi sırası değil
- Neden? Tam sırası!
- Sen kendini sevdirmek istiyorsun şimdi. Kedi gibisin
- Ne kedisi ya!
- Kediler de öyledir ya, aslında tüm istedikleri kulaklarının arkasındaki kaşıntıyı gidermektir. İnsanlara öyle bir sırnaşırlar ki, giderir insanlar o kaşıntıyı. Bilirler onlar da o sırnaşıklığın işe yarayacağını. Sonra işleri bitince dönüp giderler. İnsanı öylece bırakır giderler. Umursamazlar bile.
- Alakası yok benimle bunların
- Hatta bazıları, fazla sevdi diye tırmalar da öyle gider. İnsan arkasından bakar kalır elinin üstündeki tırnak izlerini tutarak
- Bornozsuz çıkmak istemiyorum buradan. Göğsüme kadar çekip, göğüslerimi ona göstermeden girmek istiyorum odaya. O odada olsun ama görmesin göğüslerimi ve ben üzerimi değiştirirken arkasını dönsün istiyorum. Dönerken hınzırca gülümsesin istiyorum. Çırılçıplak kalmışken, bakmasın diye arkasını zorla döndüren olmama rağmen, dönüp beni o yalınlığım ve utangaçlığımla görsün istiyorum. O odada biri, beni seven biri olsun istiyorum.
- Olacak, bekle olacak... Hadi kapat artık suyu

* * *