0 Fısıltı Yol

Her zamanki gibi daldı kelimelerin arasına. Okuyordu, seviyordu okumayı ama kitap değil. Hayatında hiç kitap bitirmemişti. "Bitirememişti" değil, bitirmemişti. "Öz"ü arıyordu hep. Meyve suyu yerine nektar isterdi. Düşünmenin bilimine, felsefeye aşıktı, lagalugayla kaybedecek zamanı olmadığını düşünüyordu.

- Şunu dinlesene bi'
- Evet?
- "Love is the delusion that one person differs from another"
- Kaybettiğin için hak veriyorsun buna şimdi değil mi :)
- Yarışma mıydı ki?
- Oyundu
- Evet oyundu...
- Üzgünüm
- Ben de... Bilerek girmiştim ama. Öğrenmek için. "Ben"i görmek için.
- Görebildin mi bari
- Gördüm :)
- Sevdin mi
- Aslında çok sevdim ama son vuruşu yapamayan forvet gibiydim :)
- E en önemlisi o değil mi
- Aslında değil :) Neyse... En iyi öğretiler acıların kazıdıkları değil midir ki zaten. Mutluyum ben. Huzurluyum. Çok şeyler öğrendim, kazandım bile denebilir aslına bakılırsa :)
- Savunma mekanizmalarımızın tüm kalkanları açık bakıyorum :)
- Kendimdeyim ki açık. Yoksa...
- E şimdi onu doyasıya sarılamadın, koklayamadın, bir olamadın, sevemedin buna rağmen yaralanmadığını mı söylüyorsun?
- Hayır, olur mu öyle şey. Yaralanmaz mıyım, yanıyorum hatta ama... Kazandıklarım daha büyük. Her acı insanın gözünü daha çok açıyor. Dünyayı daha derin görebiliyorum artık. Seviniyor bu yüzden bi' tarafım.
- Hmm
- Ama garip olan ne biliyor musun? Bunu Schopenhauer de söyler; daha çok gördükçe dünyayı, daha çok anladıkça gizemi, daha derine indikçe, hayatın çok daha manasız olduğunu daha net anlar oluyorum.
- Varolmaya aç ve bundan başka bir bilinci ya da bilgeliği olmayan metafizik kavramdan bahsediyosun
- Ona Tanrı ya da Allah demediğin için teşekkür ederim :) İnanç dayanacak sağlamlıkları olmayanlar için zaten. Gayet doğru çevreledin. Doğu felsefesinde de vardır ya; hayat dediğin şey "Sende olmayanları istemek"den başka bir şey değil.
- Güzel konuştun
- Ve sonuç hiçbir zaman karşılanamayan arzular, tüm hayat boyunca yükselen ve hiçbir zaman ve hatta alırken, başka bir yönden tatmin olurken bile sönümlenmeyen tatminsizlik... Çok acı... Çok çaresizce
- Evet, maalesef. Peki?
- Peki?
- Ne yapmayı düşünüyorsun yani? Hayatı boşvermeyi mi?
- Hayatı Kant kadar, Nietzsche kadar, kel bir Budist kadar çözmüş gibi hissetsem de onların karamsarlığına düşmek istemiyorum. Sonuçta pragmatizm kanıma işlemiş. Baksana bu güne kadar en derinden sevdiğim kişiyi kaybettim -gerçi tam kazanamamıştım ki bile- ama "kazanç"larıma seviniyorum.
- Yani?
- "Yani"si çok derin değil. Aynen yaşamaya devam edicem. En mutlu olmak için. En mutlu olmaya çalışırken aldığım acı risklerin çukuruna düşebileceğim gerçeğini bile bile... Çukura düşüp kırıcam kemiklerimi, acıyacak ama bir süre sonra kalkıp devam edeceğim yaşamaya. "Ay üzülürüm, ay kırılırım" diye kaçmadan. Bir gün en büyük mutluluğu, en çok sarılmak istediğimi bulacağımı zannederek.
- Zannederek?
- Zannederek evet. Biliyorum bulamayacağımı ama bulabilmek için yola çıkmış olmak bile beni heyecanlandırıyor. Zaten hayat da bu demek değil mi? İşte o zaman yaşamış olmuyor muyuz?
- Üfff... Ağır konuştun...
- Ama öyle. Ben bu yolda olmayı seviyorum.

* * *

Hiç yorum yok: