0 Fısıltı Ne kadar?

Bir saniye önce yalancı bir gülümseme ile ayrıldığı kapı önünden bir adım sonra, arkasını dönüp giderken, keskin bir sahne geçişi gibi düşüverdi yüzü.

- Ben olmalıydım o.
- Evet. Tüm güzel şeyler senin çevrende olmalı ve hatta senin olmalı değil mi?
- Öyle kıskandım ki
- Ne yaşadın ki kıskandın?
- Sanki yıllarca birlikte olmuşuz ama o başkasını seçmiş gibiydi.
- İlk gün "Çirkinmiş ama" diyen sen değil miydin?
- Ama...
- Sendin!
- Evet, ama...
- Çirkindi, garipti ve sana göre değildi.
- Hayır aslında...
- Hatta sen daha iyisine layıktın öyle değil mi?
- Ama o bir an içindi. Şimdi...
- Şimdi ne değişti? Başkaları ile birlikte hayal kurması mı?
- Benimle de...
- Hiç de zannettiğin gibi değil miymiş? Sana karşı en ufak bir ilgisi bile yokmuş? Geleceğine başkalarını koymuş. Tüm zannettiklerin aslında hiç yokmuş değil mi?
- Acıttı.
- Ne kadar çok şeyi kafanda kurmuş ve istenildiğini zannetmişsin değil mi?
- O kadar da değil!
- Dünya etrafında döner senin. Her adım sen olduğun için, seni ilgilendirir yöne ve hatta sana doğru atılır aslında değil mi?
- Şaçma sapan konuşma! Tamam, yeter.
- Beni öyle yoruyorsun ki.
- Yormak mı?
- Neleri yükseltiyorsun bende, neleri bitiriyorsun hemen sonra biliyor musun? Buna ben nasıl dayanabilirim, bunu hiç düşündün mü?
- Engel olamıyorum, ne yapayım ki?
- Seni seveni kendinden uzaklaştır, seni sevmediğini anladığın ise birden çekici geliversin! Ne bu şimdi?!
- Kimim ben, hangisiyim, neredeyim? Ne kadarım?

Sokak lambasının altından geçerken ışığa doğru bakınca, ne kadar da çok yağmur yağdığını görüvermişti. Islanıyordu. Gece, soğuk ve yakaları kalkıktı kabanının. Birden, hayatının geri kalanında, hiçbir zaman o güzelliklerin kendini bulmayacağını düşündü. Hatta haketmediğini de. Kendinin ne kadar aptal olduğunu, daha 3 gece önce "daha iyilerine layık" olduğunu düşünmesinden çıkarıvermişti.

* * *

  1 Fısıltı Pütürcükler

Duvar. Şampanya. Ne garip bir renk. Üzerinde küçücük pütürcükler. Ama uzaktan bakınca dümdüz sanki. Dokununca hissediliyor gerçek hali. Parmak uçları her küçük pütürcüğü hissediyor. Uyanıp, gözlerini açınca dokunmak istemişti. Bir nebze de olsa ulaştı amacına.

- Nooldu?
- Yine onu gördüm.
- Rüya.
- Sanki değildi. Başka yerler, başka insanlar ama biz beraberdik.
- Kaç yıl oldu?
- Bilmiyorum. Ama sanki o hala bıraktığım yerde.
- Değil. Biliyorsun, artık orada değil.
- Biliyorum ama hiç orda olmayışını görmedim ki. Sanki hafızam bana yapboz ile yeni görüntüler, yeni hikayeler veriyor onunla birlikte olduğum, ona sarıldığım ve hala onun beni sevdiği küçük sahneler.
- Eskidi
- Eskitemedim. Eskisin de istemedim aslında ve eskimedi.
- Üzerine birkaç sayfa açtığın halde.
- Evet.
- Pişmanlık?
- Kesinlikle!
- Peki neden? Neden elindeyken, elleriniz birlikteyken tutmadın. Neden kayıp gitmesine izin verdin? Onca yıl sevdi seni, sen layık olmayı beceremesen de sevgisine. Onca yıl...
- Bilmiyorum... Bilmiyorum!
- Hakettin.
- Biliyorum.
- Bambaşka bir hayatta artık o. Ve büyük bir ihtimalle seni hatırlamıyor bile.
- Biliyorum. Birazcık da olsa hatırlasın istiyorum.
- Bu neyi değiştirecek?
- Bilmem. Sevse ya beni hala.
- Saçmalıyorsun.
- İstiyorum.

* * *

  0 Fısıltı Fiyonk

Telefonu elinden bırakamıyordu. Sesini en son ona ulaştıran oydu. Biraz önce ağlayışını duymasın diye, ağzından uzaklaştırdığı ama onun sesini duymaya devam edebilmek için kulağından ayırmadığı...

- Aptalsın sen
- Sensin aptal!
- E seviyorsun sen onu
- Sevmek yeterli gelmiyor her zaman
- Yani seve seve uzaklaştırdın onu kendinden öyle mi?
- O zaten hep uzaktı
- Seviyordu ama seni, bunu biliyodun, hissediyodun
- Yanılmışım. Beni olmadığı gibi görmeme neden olmuş. Öyle bir çabası olmadan yapmış bunu. Ya da ben kendi kendime gördüm onu öyle güzel
- Haksızlık etmiyor musun?
- Hayır. Bunca zamandır kendime ettiğim haksızlıkların yanında...
- Peki neden ağlıyosun şimdi...
- Ağlamıyorum
- Yanakların ıslak, gözlerin kan kırmızısı
- Sinirimden. Haketmedim bunu ben.
- Ama biraz önce bu işin bittiğini söyleyen sendin. Çabaladı seni kararından döndürmek için.
- Çaba mı? Bu mu onun çabası? Ben tüm ruhumu vermiştim ona. Ruhumun içine sokmuştum onu. Hiç çıkmasın diye neler neler yapmıştım
- Ve şimdi kendi kendine, o çıkmak istemezken itiyorsun onu.
- Çıkmak istemezken mi? Ben tutuyordum onu zorla içimde. Yoksa o çoktan gitmişti.
- Gitmiş olsaydı arar mıydı seni? Bir şans daha ister miydi?
- Yediremediğinden olsa gerek
- Özleyeceksin onu
- Hayır!
- İstemesen de onu, kokusunu, dokunuşunu hissedeceksin hep
- Hayır!
- Gururun seni çok üzecek
- Sevmek de pek işe yaramadı. Daha fazla dayanamazdım sevilmeden sevmeye.
- ...
- Çok sevmiştim

Telefonu sıktı. Eli acıyana kadar sıktı. Kalktı ve nereye gideceğini bilmeden yürümeye başladı. Diğer odaya geçerken, üzeri fiyonklu çukalata paketini gördü, durdu. Baktı uzun uzun. Telefon elinden kaydı yavaşça ve düştü. Hiçbir ses duymamıştı. Telefon parçalandı ama o dönüp bakmamıştı bile.

* * *

  1 Fısıltı Havai fişek

Daha önce hiç havai fişek atmamıştı gökyüzüne. Sevmezdi şafşatayı. Hele konu aşk olunca. Uzun süre fitiline baktı fişeğin. Elindeki yanan kibrit bir şeylerin kanıtıydı sanki. Çabalamıştı, bir sürü yol denemişti ama olmamıştı. Kibritin turuncuyla oynaşan sarı alevini fitile yaklaştırdı. Hızlıca tutuşup, patladı fişek.


- Ne mutlusun şimdi, değil mi?
- Sinsi sinsi gülümsemeyi bırakacak mısın, yoksa susturmamı mı istersin seni de?
- Neden havai fişekle kutladın ki bu günü?
- Sevinçliyim.
- Daha önce de sevindin bu gibi işlere ama havai fişeğin yakınına uğramazdın sen. İlan etmezdin sevincini. Hatta böyle yapanları ayıplardın, anlayamazdın hatta...
- Demek ki çok etkilemiş bu güzel ilişki beni. Bana çok iyi gelmiş.
- Kendini kandırıyorsun.
- Alakası yok. Benim değerimi bilen, seven ve sevdiğim biri ile birlikteyim. Bunu kutlamayıp ne yapacaktım ki?
- Bu sen değilsin ki.
- Üff, saçmalama!
- Öc almaya çalışıyorsun sen. Kanıtlamak istiyosun
- Hayır!
- Onun da duymasını istiyorsun değil mi? "Bak. Zannettiğin gibi senin ardında değilim ben. Başkasını seviyorum, seviliyorum ve o kadar mutluyum ki, bunu herkesle paylaşıyorum. Al sen de gör bunu da, ağla"
- ...
- Nooldu, buna da hayır demeyecek misin?
- ...
- Gördüğünü mü zannediyosun seni? Ya da bu fişeğini görünce çok mu üzülecek sence?
- Keser misin!
- Kendini yaralıyorsun, yaranı derinleştiriyosun, farkında değil misin?
- Rahat bırakır mısın şu yeni hislerimi yaşayayım! Mutlu olmak istiyorum ve olacağım.
- "Duy beni, seni unuttum" fişeği ile mi? Peki neden hala onun izlerini takip ediyosun gizliden. Bu gizli takibini belki kendine bile söylemiyorsun. Ya o yeni hislerin ne diyecek bu dur durak bilmeyen takibine?

* * *

  , 0 Fısıltı Rüya

Bulutların üzerinde. Mutlulukla aynı yükseklikte ama öyle uzak ki. Bulutlar pamuk tarlası gibi ama bir o kadar boş ki... Atlasa o pamuklar tutar mı ki, düşmez mi ki taa aşağılara

- Kötü bir rüya...
- Hayat mı?
- Ben, içim, o, öbürü
- Ağlaksın yine üff
- Islanmadan... Neye yarar ki. Gözüm, karnım, gülüşüm bile ağlamayı reddederken ben ağlamaklıyım. Yalnızlıktan.
- Sen yalnız görmemişsin
- Onlar benle değil ki, ben hiç kimseyle değildim ki. Kurtulsam kendimden, salsam kendimi, kurtulsam kendimden, ev hanımı olsam bilmeyen. Bilmesem, görmesem. Görsem de anlayamasam, bu kadar ortada ve apaçık olmasa hayat. Beynimle görmesem de uğraşmasam, bıraksam kendimi bilinmezliğe... Daha kolay, daha aptal...
- Yok, olamazsın. Sen artık katili görmüş, acıtanı hissetmiş ama hiçbir şey yapamayanlardansın
- Aldatılsam bilmesem, aldatsam ama acısını hissetmesem, çok sevsem ama hep bir gün biteceğini, geçeceğini bilmesem
- Rüyadan uyansan nasıl olur artık?
- Hep uyanığım ki zaten. Sorun da bu ya
- Uyanıklık marifet değil öyle mi?
- Bu zamanlar yitirmek istiyorum akıllı yanımı, olacakları görmesem, kendimi bu kadar iyi bilmesem istiyorum
- Yoruldun değil mi?
- Hem de çok.
- Dinlensen, dinlendirsen beni biraz?
- Dinlenmek istemiyorum. Dinlenmek istiyorum, o dinlesin beni. Ona konuşayım, yüzüme bakıp yarı hınzır, yarı davetkar gülümsesin. Gerekiyorsa aldatsın razıyım. Yeter ki, bozsun şu huzurumu, dağıtsın beni.
- Kim ki o?
- Sorun da bu. O yok. O benim. Onu ben yaptım, içime koydum ama içimden başka hiçbir yerde yok şimdi. Yapmasaydım, sevmeseydim...
- Sevmesen sen böyle mi olurdun? Sevdikçe güzelleştin, ama kendine yazık ettin.
- Sanırım ben kavgacı tiplerden değilim. Ama hayat beni öyle sanıyor. Gelmese artık bu kadar üstüme. Bu kadar bilindik gelmese... Tersten vursa şöyle, afallatsa yine beni. Şu keskinliğimi, bilmişliğimi, sakinliğimi alsa
- Çeliş bakalım, daha ne kadar çelişeceksin.
- Çelişmese insan sever mi ki? Çelişmese arar, özler mi ki? Kim başkasını kendinden daha çok sevmiş ki? Aradığımız sevdirmek değil mi ki? Sevsin birileri bizi, sevsin haketmesek de. Bir gün onun sevgisi yetmeyecek olsa da başka sevgilerle tazelenmek istesek de, o bunu bilmeden sevmeye devam etse. Her dönem bizi biri sevse, her farklı sevse

* * *

  0 Fısıltı Dolu

Dışarıda yağmur yağıyor. Hem de dolu dolu... Taneler düşerken aşağıya, o göğsünü göğe çevirmiş, yüzü yağmur bulutlarından belli belirsiz hale gelmiş güneşe dönük.

Dünyayı garipsiyor. Daha önce hiç görmemiş... Çatılar aşağıda, bulutlar hemen önünde sanki... Başı dönüyor ama çok hoşuna gidiyor bu yenilik

- Gir içeriye, ıslatıyosun ikimizi de
- ...
- Düşeceksin
- ...
- Düşeceksin diyorum! Hem sen korkmuyor muydun yüksekten? Nasıl sarkıyorsun ki böyle. Ya o tutunduğun pencere sökülüverse duvardan?
- Kokla
- Ne?
- Kokla diyorum
- Üff
- Ellerime çarpsın dolu taneleri, acıtsın elimi, kolumu, aptalca güldürsün yüzümü, unuttursun olanları, temizlesin aka aka...
- Gir içeri
- Uzaklarda gürlüyor gök... Burada o kadar güzel ki...
- Salak mısın sen, yarım saatir ıslanıyosun, nesi güzel... Bak halılar da sırılsıklam oldu
- Yeni, yeni, taze, miss
- ...
- Az biraz toprak olsaydı da, keşke onu da koklasaydım içime... Neyse ki, çatıların üzerlerindeki rüzgarla birikmiş kumlar var ki, az da olsa...
- ...
- Bitti artık... Yok oldu, aktı gitti. Ne o beni haketti ne de ben ona layıktım. Yağmur gibi. Ne doyurduk birbirimizi ne de çamur yapmayacak kadar ıslattık... Ne çatlaklarım yumuşadı onunla ne de susuzluğum bitti... Ama yine de bitti... Artık başka yağmurlara... Başka yağmurlara...

* * *

  3 Fısıltı Çukurcuk

Tek sessiz ve tek yalnız o sanki. Çalınan gitarlar, içilen içkiler, gülüşmeler... O başka bir dünyada... Gözleri yere bakmaktan başka bir cesaret bulamıyor

- Bak onlar nasıl da mutlu
- Olmasınlar.
- Sarılıyorlar birbirlerine
- Sarılmasınlar.
- Elini yanağında gezdiriyor
- Üff
- Kendine gel, saçmalama
- Ne buluyorlar birbirlerinde, ne düşünüyorlar şimdi, seviyorlar mı benim kadar, sevmişler mi, onlarınki basit, hiç benim kadar derinleyemezler ki
- Bir tek sensin değil mi seven, sevebilen
- Belki de ayrılırlar
- Onun gibileri görmeye dayanamıyorsun değil mi. Üzgün, bıkkın olmalı tüm insanlar
- Evet!
- Söyleyemezsin ki bu içindeki kekremsi duygularını suratlarına. "Siz yalansınız. Ben daha çok, daha güzel sevebilirim. Öpüşmeyin, dokunmayın artık birbirinize yeter". Söyleyebilir misin bunları?
- Söylerim ne var!
- Söyleyemezsin. Ne zaman cesaret edebildin ki. Daha doğrusu ne zaman gerçekten bunları hissettin ki? Senin ki hep yalnızlıktan
- Dudaklarındaki mutluluğu, o kıvrımı kıskanıyorum. Sonra yanaklarındaki çukurları, onlar bilmeden çıkan o çukurcukları... Birileri "Senin gamzen mi var" diyene kadar farketmeden öyle güzel oluyorlar ki... Kıskanıyorum!
- Kıskanmalısın da
- Sevmek istiyorum
- Sevdin zaten
- Sevilmek de istiyorum
- E sevildin zaten
- Üff, istiyorum dedim!
- İçindeki bir gün yine tamamlanacak. "Şimdi oldu" diyeceksin
- O gün hiç gelmeyecek gibi
- Yo yo... Mutlaka o gün yine gelecek. Ama sorun o günün gelmesinde değil ki
- Ne peki?
- "Şimdi oldu"dan sonra yine bilemeyeceksin değerini elindekinin, bilemeyeceksin ve yine kıskanacaksın el ele olanları, birbirlerinin gözlerinin taa içine bakabilenleri...
- Neden böyle olmak zorunda! Neden ama
- Bilmiyorum... Ama öyle. Öyle de olacak yine... Yine seveceksin, sevileceksin ama işte ondan sonra?
- Hayır!
- Döngü, sonsuz ve bilinçli bir döngü bu seninki... "Olmasa keşke böyle"yi desen de yüzlerce kere, yine yapacaksın kendine bu kötülüğü
- Yapmak istemiyorum öyle, yapmayacağım. İzin versinler biri beni çok sevsin, izin versinler birini çok seveyim
- Ama yapacaksın

* * *

  0 Fısıltı Ağla

Uzanmış, kolu başının arkasında, ensesine yastık olmuş, boş bakışlarla odadaki eşyaları süzüyor. Dolap, masa, kitaplık kızıyor ona, sanki daha önce görmemiş gibi bakıyor çünkü, öylesine isteksiz, öylesine umursamaz

- Toparlanmam gerekiyor
- Beni ilgilendirmez
- Bana yardımcı olmalısın, tek kalansın
- Git, istemiyorum
- Ama...
- Karnında olmam, olanlardan etkilenmediğim anlamına gelmiyor.
- Ne yani, bana olanlar yüzünden beni mi dışlayacaksın şimdi.
- Evet!
- Kendimi hastalıklı hissediyorum. Bana sen bulaştırdın bunu. İçinde olmak bile istemiyorum daha fazla
- Ama sen salaklaştın artık. Bu nasıl bir tavır böyle. Kraldan çok kralcı olmak denir buna. Böyle saçmalık görmedim. Ne istiyorsun, ne yaptım sana? Ne olduysa bende yara açtı, ben kaybettim, ben bittim. Sana ne oluyor? Neden bana bu öfken, yeter ama!
- Seni sevgiye, sevmeye doğru sürüklemekten yoruldum artık. Ki zaten haketmiyorsun sen ne sevmeyi ne de sevilmeyi
- Peki
- ...
- ...
- Sinir ediyor bu "peki"n beni!
- Seviyorsun beni, biliyorsun içimi, inkar edemezsin
- ...
- Aptal
- Neden kaybediyorsun her seferinde! Neden tutamıyorsun elinde... Neden!!
- Gel buraya, sarıl bana... Sarıl.
- ...
- Al şu başka düşünceleri de sil gözlerini... Unut bu olamamazlıkları
- Neden diyorum sana! Neden olamıyor!
- Bilmiyorum. Hiç bilmiyorum...
- Beni düşürdüğün hali görüyor musun! Neden yaptın bunu bana...
- Ağlamak kötü bir şey değil, inan... Rahatlayacaksın birazdan
- Ben ağlayamam aptal şey, ben senin içinim, karnının içindeyim, nasıl ağlayabilirim ki!
- Olur öyle : )
- Ya neden sevdiremedin kendini, neden çok sevenleri sevemedin, neden sevişemiyorsun sen güzelce!!
- Yeter artık fazla rahatladın tamam : ))
- Salak! : ))

* * *

  0 Fısıltı Karma

Yüzü yastığa gömülü, başını kaldırmamak, öylece kalmak, hiç kıpırdamamak istiyor. Nefesi bitiyor. Aslında daha uzun da kalabilirdi ama savruk kullanıyordu nefesini, hıçkırıklar, ardarda, istemsiz, garip iç çekmeler...

Nefes almak için biraz yukarı kaldırdı başını. Elinin tersi ile gözlerini yaladı, temizledi. Yastığında temizlediği gözlerinin, burnunun ve ağzının ıslak izi ona sanki küçümsercesine gülüyordu.

- Kendimden utanıyorum biliyor musun
- Ne?
- Utanıyorum hissettiklerimden
- Güzel bir tokat oldu bu sana
- ??
- Aynen öyle!
- Bu acımasızlığın sırası mı şimdi!
- Sırası ya da değil, çoktan haketmiştin
- Haketmek de ne demek!
- Arkana bak görürsün
- Ne yani bana "karma" vesaireden bahsetmeyeceksin umarım
- Aynen ondan bahsedeceğim, kendi acımasızlıkların öyle bir toplanıp vurdu ki suratına, bu yumruğun acısını daha uzun bir süre daha hissedeceksin
- Acımasızlık mı? Ben acımasız biri miyim ki? Lütfen ama... İçimi en iyi sen bilirsin, ne kadar kötü niyetli olabilirim ki ben
- Çok kötü olabilirsin, oldun
- Haksızlık ediyorsun bana. Sevmek istemek, severken aynı şiddetle sevilmeyi arzulamak ve bu dengeyi aramak gayet temiz bir duygu değil mi sence? Hayatımda en çok istediğim dengenin bu olduğunu bilmiyor gibi konuşuyorsun
- Hala içinde temiz duyguların olduğundan bahsetme bana
- Ne?! Sen iyi misin! Burada rahatlaması ve isyan etmesi gereken benim, bana daha fazla yüklenme! Zaten yaralarım beni fazlasıyla acıtıyor!
- Bak yine kendini düşünüyorsun işte. Sen busun.
- Aaa!

* * *

  0 Fısıltı Şeftali

Bir yere gidecek yine. Giyiniyor. Her zamanki gibi "Ne vardı benim yerime ne giyeceğime karar veren biri olsa, ne vardı bunları birisi giydiriverse ben oturur, müzik dinlerken" diye iç geçiriyor. Eringenlik yine kanında geziyor...

Eringen ama beyni boş durmaz ki hiç. İşte yine aynaya, kendi gözlerinin içine bakarken binbir türlü düşünce aklına geliveriyor, mır mır mır...

Zaman zaman kendi kendine, sesli sesli konuştuğunu başka kimse bilmesin istiyor.

Aynada dudaklarının kıpırdayışını, kendiyle bir başkası gibi konuşurken gözlerinin, kaşlarının şekilden şekle girişini takip ediyor.

- Gitti yine
- Üff ne hali varsa görsün
- Hmm, sıkmış seni bi' hayli
- Ne bekliyor ki benden anlamıyorum? Ne istiyor?
- Ne mi istiyor? Şaka yapıyorsun sanırım.
- Hayır! Bilmiyorum ne istediğini. Benim olduğum yeri görmüyor mu ki?
- Görüyor. Zaten sorun da bu ya. Seni orda görmek istemiyor. Yanında istiyor. Hem neden ordasın ki sen?
- Alla halla!?
- Sevmek istiyor seni
- E sevsin, sevmesin mi dedim ki?
- E Yuh artık
- Nee!? Ne yuh? Bir gelip, bir gidiyor, sevecekse sevsin işte
- Bu kadar mı boşsun ki sen ona.
- Hayır. Boş değilim ama ne istiyor benden daha fazla onu anlamıyorum. Bilmiyor muydu ki nasıl bir denizde yüzdüğünü? Parça parçayım ben...
- Hakkaten neden parça parçasın ki sen? Böyle olunca küçük küçük oluyorsun, küçülüyor ruhun...
- Yok öyle bir şey. Gayet mutluyum ben. Benim denizim var, ve yüzmesine izin verdiklerimle birlikte yüzüyorum mutlu mesut
- Sonradan farketti işte, senin deniz dediğin okyanusmuş. Yüze yüze bir gün biter, karaya çıkarım zannetmiş. Yazık, deniz zannettiği okyanusun ortasına düşmüş de olsa, karaya çıkabilme umudu varmış. Seninle aynı karaya, aynı adaya, beraber... sen ve o.
- E öyle bir ihtimal yok mu dedim ki?
- Nasıl yani? Hangi tavrın, hangi kararın bu ihtimalden bahsediyor söyler misin? Bir sürü parçan, bir sürü yerde?
- Güzel güzel bakıyoruz birbirimize, güzel güzel, hararetli hararetli konuşuyoruz, doymuyoruz birbirimize... Arzuluyoruz, yetmiyor mu ki? Ne güzel işte?
- Bu mu yani?
- E ne olacaktı?
- Haksızlık etmiyor musun biraz?
- Ne gibi?
- Televizyon mu ki o?
- Nasıl yani?
- Sen açacaksın, izleyeceksin sonra keyfin yetince kapayacaksın. Ona televizyondan ya da iyi anlaştığın bir arkadaşından daha farklı olduğunu hissettirmezsen ne bekliyorsun ki sonuç olarak gitmesinden başka?
- Niye aksini yapayım peki? Neden sadece güzelliklerini almayayım. Diğer yanları batarsa, acıtırsa?
- Kusura bakma ama bu biraz sömürmeye benziyor. Şeftalinin çekirdeğinden korkup fabrikasyon, kutudaki bayat suyunu tercih etmek gibi. Şeftalinin kendisi varken, böyle bi güzellik varken...
- O da beni sömürsün. Onun beni sömürmesine izin vermiyor muyum sanki?
- Eee, ne ki bu şimdi? Ne garip bir şey bu? Sevgi neresinde bunun?
- Bir yerlerindedir, ya da yoktur bilmiyorum. Ben sadece güzellik peşindeyim artık
- Küçük güzellikler, küçük mutluluklar... Neden büyütmesi için bir şans vermiyorsun ki? Diğerlerine verdiğin şansın ufacığını bile haketmiyor mu yani?
- Yaa ama ben çok uzaktayım!!
- Bahanem bu diyosun yani?
- Daha büyük ve geçerli bir bahane olur mu ki?
- Senin hemen apar topar o uzağı ortadan kaldırmanı mı bekliyor zannediyorsun ki?
- Bilmiyorum.
- Üzgünüm ama çok küçülttün onu sen. Hak etmiyor ki bunları. Büyük gönüllere yakışıyor o. Büyük sevdaların peşinde o. İki gülüş, iki bakışla oyalanmak istemiyor. Oysa o kadar dolu ki... O kadar güzel ki... Göremiyor musun? İstemiyor musun ki sen onu, kaçırmaktan korkmuyor musun?
- Kendiliğinden benim olanlar benim olacak artık. Ben "benim olsun" diye çaba harcamaktan yoruldum, halim yok.
- Tam zamanıydı değil mi! Tam zamanıydı bu yorgunluğun!

* * *