3 Fısıltı Mutluluk?

Hep aynı tınıları döndürüp döndürüp dinlerken, parmağını elindeki şarap kadehinin kıvrımlarında gezdirirken, şeffaf, parlak sarımtırak beyaz sıvıya bakıp garip garip şeyler hatırlarken ve kıskandığını kabul etmeyecek kadarcık kıskanırken belli belirsiz...

- Neden?
- Bilmem. Boş kaldım o gidince.
- Peki neden hiçbir şey yaşamamış gibi konuştun onca aranın ardından onunla?
- Azaldım, azalttı beni yaptıkları, şevkimi kırdı olanlar
- Niyeti bu değildi
- Niyeti beni ilgilendirmiyor, ben önümde olanları görüyorum
- Tamam azaldın, şevkin kırıldı peki ama neden konuşmaya karar verdin onla? Hem de bir arkadaştan küçük bir iyilik ister gibi
- Bilmiyorum dedim! Bilmiyorum! İnsan karşısındaki güzel şeyler gidince boşluğa düşüveriyor. Yani yine karşımda olsun istiyorum o güzelliğin
- Hmm. Yani o güzelliğin yine karşında olmasını istiyosun fakat ona "Dön bana" diyecek kadar da bir şey hissetmiyorsun. Onun güzel yanı karşında olsun, o kadar. Yani aslında içinde tutamadığın, ona karşı güçlü bir hissiyatın yok aslında?
- Öyle de denebilir
- Egoizm?
- Evet, noolmuş! Ben bugünü yaşamaktan başka bir çözüm yolu göremiyorum artık. Yarını düşünüp yaptıklarımda sanki planlar tutuyor mu ki? Tutmadığına göre, "bugün"den mümkün olduğunca fazla haz almalıyım ben. Artık buyum ben, evet.
- Hedonizm diyosun
- Üff...
- Pişman mısın?
- Neyden?
- Günlük mutluluklarla yetinecek kadar kalbinin küçülüvermesinden
- Uzun mutluluk diye bir şey yok ki. Uzaktaki o "büyük" mutluluğa ulaşmak için damardan damla damla çekilen kanlara ne demeli? Üzüntülere, olamayışlara, başaramayışlara ne demeli? Değiyor mu ki? Üç ay üz kendini "büyük" mutluluğa ulaşmak için, sonra şanslıysan edin o mutluluğu. Peki sonra?
- E tamam işte, elinde büyük bir mutluluk olacak?
- Her şey orada bitiyor mu zannediyorsun. O mutluluğu kolayca iki saniyede bozabilecek bir sürü şey çıkagelmeyecek mi sanki yeni yeni?
- Evet de, elinde o büyük şey varken küçük sorunlar çözülmez mi ki?
- Neyin büyük/küçük olduğunu kim belirliyor ki? Ben artık toplama bakıyorum. Küçük küçük mutlulukları topluyorum eminim toplamda o "büyük"den daha büyük bir şey olacak elimde.
- Onlar toplanmıyor ki öyle. Birikemiyor yani öyle senin dediğin gibi. Küçük küçük, az az yağan kar gibi o mutluluklar. Yani onlar toplanmıyor işte, eriyorlar o günün sonunda. Sonra arkana baktığında hiçbir şey kalamıyor maalesef. Dolu dolu, lapa lapa yağmalı mutluluk, örtmeli her yerini. Her hücrende hissetmelisin o yakıcı ama serinletici soğuğu. Böyle büyük büyük olmalı, bir anda çok çok yağıp birikmeli ki senin tarihinde soğuk yanık izleri bıraksın, bıraksın ki sonra hatırla o büyük mutlulukları ki sevin, sev kendini. Büyük büyük mutlu olabildiğini, kalbinin ne kadar büyüğebileceğini gör. Ve böylece gelecekte de bu "büyük"lüğün mümkün olabildiğine inanabil. Büyük yağsın mutlulukların ki eritirken zorlan ya da eritmemek için göğüslenecek bir şeyin olsun, yaslan ona, güç al.
- Üfff... Bilmiş bilmiş konuştun yine! Neyse ne, düşünmek istemiyorum artık!

Tüm bu hissiyatlar denizlerin üzerinden aşıp taa onun içine kadar uzandı gayet telepatik bir şekilde. Her ikisi de bu telepatinin varlığından haberdar değillerdi fakat her ikisi de artık bu "mutluluk" denen şey hakkında aynı şekilde düşünür oldular... İçlerindeki "Büyüt, büyütebiliyorsun" fısıltılarına rağmen.

* * *

  0 Fısıltı Erirler mi?

Katlanmış paçaları ıslak pantalonunu peteğin üzerine serdi. Montunun ceplerindeki karları çıkardı. Ona o en çok sevdiği ve hep onu hatırlatan tınıları çalan telefonunun üzerindeki buğuyu baş parmağıyla sildi. Hemen sonra onu dünyalara bağlayan kutusunu açtı...

- Gördüm!
- Salak :)
- Sensin salak!
- İzlerini takip etmek sana ne kazandırıyor ki!
- Kazançlarımı derleyemez oldum artık, bilmiyorum. Görmeliyim onun izini... En azından izini...
- Yürüyüş işe yaradı desene
- Ne bileyim :) İzini görmeyi beklemeye dayanamıyordum. Zamanın geçmesi, daha hızlı akması lazımdı, tek çözümüm her zamanki gibi yürümek oldu
- Pek ıslandın ama. Pek şanssızsın, kar yağdı üzerine üzerine
- Ne şanssızı salak, şahane oldu!
- Nesi şahane yahu, evsiz kediler gibi sırılsıklam oldun
- Ne güzel :)
- Aptalsın sen :)
- Sanırım :)
- Kar seni seviyor mu sanıyorsun ki sen onu bu kadar seviyorsun? Senin için falan yağdığını mı düşünüyorsun yani gerzek :)
- Evett! Öyle düşünmek istiyorum. Evden çıkarken buz gibiydi hava. O beyazlar gökten düşmeye başlayınca ısınıverdi içim, etrafım. Beni ısıttı yol boyunca, daha ne?
- Salağa bak ya :)) Hey allahım :)
- Ben kara çok büyük saygı duyuyorum. Şehri daha güzel yapıyor. Tüm o modernliğin üzerini bembeyaz bi' çarşafla örtüyor. Her şeyi daha sade, daha yumuşak yapıveriyor.
- Ya senin boynundan giren ve üşüten tanecikleri?
- Kor demire su dökmek gibi :) Güçlendiriyor beni aslında
- Bi' şey dikkatimi çekti. Sen hep o depresif şeyleri dinlerdin. Bu yürüyüşte geçmedin o eğlenceli tınıları. Neden?
- Kabulleniyorum artık. Hayat da öyle değil mi zaten. Hüznü yaşarken mutlu anları da görüyorsun, dinliyorsun, yaşıyorsun
- Ama sadece hüzünlü tınılara eşlik ettin
- Hüzünlüylen mutlu anların farkına pek varamıyor insan, maalesef. Ama o anların varlığından haberim var. O mutluluklar da olacak, olmaya devam edecek, her ne kadar şimdi karamsar olsam da... Hayatı seviyorum, yolda olmayı seviyorum.
- Güzel konuştun.
- :)
- Bi adamın kardaki adımlarını takip ettin sen, o neydi? Yeni takıntın mı?
- Yok, yeni denemez. Kara olan saygımdan o
- Nası yani?
- Ya, o adam karı ezmiş ya o adımlarla. Ben de aynı ezilmiş yerlere basıyorum ki, karın tutmasını güçleştirmeyeyim farklı yerlerde ezip, izler, erimişliklere neden olmayayım
- Aptal mısın sen yaa :)
- Kar kaplasın tüm dünyayı... Sade yapsın her şeyi, herkesi...
- Bu garip duyguların bi' gün beni gülmekten çatlatacak! :)
- Ama beni seviyor kar. Nasıl da hediyesini verdi dönüş yolumda?
- Ne hediyesi be?
- Görmedin mi?
- Neyi?
- En sevdiğim hediyelerden birini verdi bana
- Neymiş o?
- Hiç bozulmamış, bembeyaz örtüsünü ilk bozan olma şansı verdi bana!
- Delisin sen ya! Evet, kar senin için yaptı bunu!
- Ben onu tutsun diye kayırmıştım ama, basmamıştım başka yerlere, o da dönüşte bana tutarak, bembeyez kaplayarak ödülünü verdi işte, adilane!
- Beyninin işleyişi yanlış be senin çocuk!
- Belki de :)
- Emin ol öyle! Döndüğünde evde aynaya bakarken bi' an çok korktum.
- Neden?
- Bu kadar üzülmüş olamaz dedim kendi kendime?
- Nasıl yani?
- Saçların bembeyazdı ya?
- Evet, kar tutmuş saçlarımı :)
- Dudaklarının aşağıya bakan kıvrımlarıyla birleşince üzüntüden bembeyaz oluvermiş zannettim bi' an!
- Öyle olmadılar belki ama öyle hissetmediğimi kimse kanıtlayamaz.
- Eridiler ama sonra. Beyazlıkların, üzüntülerin eridi
- Öyle mi diyorsun? Gerçekten erirler mi?
- Erirler erirler...

* * *

  0 Fısıltı İzler

Gözleri acıyor. Yanıyor. Bir yandan bir sürü keşke geçiriyor içinden, diğer yandan komik geliyor hissettikleri. Kendine gülüyor. Yaşadığını sandığı derin şeylere gülüyor acı acı. Aynaya bakıyor uzun uzun... Aşağılayan bakışlar var gözünde... Kendi kendini aşağılıyor "Zerre yüzme bilmeden nasıl bu kadar derinleyebileceğini düşündün ki salak" dercesine...

- Dünya fazla geliyor
- Üff başlama yine
- Anlamıyorsun!
- Anlıyorum, benden daha iyi anlayan mı var ki seni
- ...
- Bak en azından izini görebildin
- Evet. Çok garip bi' duygu.
- Nedir garip olan?
- Evet, şu anda hiç istemediğim ama mecbur kaldığım, yutkunamadıklarım yüzünden karşıma çıkan bir ayrılık var ama... Hatta bitiş mi demeliyim? Diyemiyorum...
- Ama?
- Artık olmayacak, olmamalı
- Eee? Tamam, garip olan ne?
- Tüm bu hislerime rağmen onun izini görmek istiyorum olabileceğini düşündüğüm yerlerde
- Nasıl yani
- Onun orada olduğunu bilmek istiyorum. O orada olsun.
- Anlamıyorum seni.
- Onun izlerini gördüğüm zaman huzur doluyorum. İçim rahatlıyor sanki.
- Hmm
- Ama işte aslında böyle hissetmemem lazım. Yutkunamadığım şeyler işittiğim o değil miydi ki? Neden onun orda olması beni kızdırmıyor da rahatlatıyor?
- Pek karışmış senin için
- Evett!

* * *

  0 Fısıltı Yol

Her zamanki gibi daldı kelimelerin arasına. Okuyordu, seviyordu okumayı ama kitap değil. Hayatında hiç kitap bitirmemişti. "Bitirememişti" değil, bitirmemişti. "Öz"ü arıyordu hep. Meyve suyu yerine nektar isterdi. Düşünmenin bilimine, felsefeye aşıktı, lagalugayla kaybedecek zamanı olmadığını düşünüyordu.

- Şunu dinlesene bi'
- Evet?
- "Love is the delusion that one person differs from another"
- Kaybettiğin için hak veriyorsun buna şimdi değil mi :)
- Yarışma mıydı ki?
- Oyundu
- Evet oyundu...
- Üzgünüm
- Ben de... Bilerek girmiştim ama. Öğrenmek için. "Ben"i görmek için.
- Görebildin mi bari
- Gördüm :)
- Sevdin mi
- Aslında çok sevdim ama son vuruşu yapamayan forvet gibiydim :)
- E en önemlisi o değil mi
- Aslında değil :) Neyse... En iyi öğretiler acıların kazıdıkları değil midir ki zaten. Mutluyum ben. Huzurluyum. Çok şeyler öğrendim, kazandım bile denebilir aslına bakılırsa :)
- Savunma mekanizmalarımızın tüm kalkanları açık bakıyorum :)
- Kendimdeyim ki açık. Yoksa...
- E şimdi onu doyasıya sarılamadın, koklayamadın, bir olamadın, sevemedin buna rağmen yaralanmadığını mı söylüyorsun?
- Hayır, olur mu öyle şey. Yaralanmaz mıyım, yanıyorum hatta ama... Kazandıklarım daha büyük. Her acı insanın gözünü daha çok açıyor. Dünyayı daha derin görebiliyorum artık. Seviniyor bu yüzden bi' tarafım.
- Hmm
- Ama garip olan ne biliyor musun? Bunu Schopenhauer de söyler; daha çok gördükçe dünyayı, daha çok anladıkça gizemi, daha derine indikçe, hayatın çok daha manasız olduğunu daha net anlar oluyorum.
- Varolmaya aç ve bundan başka bir bilinci ya da bilgeliği olmayan metafizik kavramdan bahsediyosun
- Ona Tanrı ya da Allah demediğin için teşekkür ederim :) İnanç dayanacak sağlamlıkları olmayanlar için zaten. Gayet doğru çevreledin. Doğu felsefesinde de vardır ya; hayat dediğin şey "Sende olmayanları istemek"den başka bir şey değil.
- Güzel konuştun
- Ve sonuç hiçbir zaman karşılanamayan arzular, tüm hayat boyunca yükselen ve hiçbir zaman ve hatta alırken, başka bir yönden tatmin olurken bile sönümlenmeyen tatminsizlik... Çok acı... Çok çaresizce
- Evet, maalesef. Peki?
- Peki?
- Ne yapmayı düşünüyorsun yani? Hayatı boşvermeyi mi?
- Hayatı Kant kadar, Nietzsche kadar, kel bir Budist kadar çözmüş gibi hissetsem de onların karamsarlığına düşmek istemiyorum. Sonuçta pragmatizm kanıma işlemiş. Baksana bu güne kadar en derinden sevdiğim kişiyi kaybettim -gerçi tam kazanamamıştım ki bile- ama "kazanç"larıma seviniyorum.
- Yani?
- "Yani"si çok derin değil. Aynen yaşamaya devam edicem. En mutlu olmak için. En mutlu olmaya çalışırken aldığım acı risklerin çukuruna düşebileceğim gerçeğini bile bile... Çukura düşüp kırıcam kemiklerimi, acıyacak ama bir süre sonra kalkıp devam edeceğim yaşamaya. "Ay üzülürüm, ay kırılırım" diye kaçmadan. Bir gün en büyük mutluluğu, en çok sarılmak istediğimi bulacağımı zannederek.
- Zannederek?
- Zannederek evet. Biliyorum bulamayacağımı ama bulabilmek için yola çıkmış olmak bile beni heyecanlandırıyor. Zaten hayat da bu demek değil mi? İşte o zaman yaşamış olmuyor muyuz?
- Üfff... Ağır konuştun...
- Ama öyle. Ben bu yolda olmayı seviyorum.

* * *

  0 Fısıltı Dans dans!

Müzikle kesiştiler. Karanlık, gürültülü ama zevkli bir yerdi orası. Yanıp sönen, dönen renkli ışıklar yüzleri bir görünür bir görünmez yapıyordu. Sanki ağır çekimle hareket ediyordu herkes, herkes olduğundan daha karizmatik ve çekiciydi... Dünyaları yavaşlamıştı hepsinin, hepsinin elleri ağırlaşıvermişti. Bu yüzden daha güzeldi hepsi, ya da bu yüzden daha güzel görüyorlardı her şeyi...

- Dur dur dur, yeter :)
- :))
- Kıpırdama artık yeter, bulanıyorum, içim bir hoş oluyor
- Ee ne güzel işte, kaç zamandır bu hisleri beklemiyor muydun?
- Evett!
- Hadi bakalım yeni bir macera işte :) Heyecanlı mısın
- Bilmem, bilmem :)
- Öylesin, çok güzelsin
- Sus be :) Kıpırdayıp durma artık içimde, tamam :)
- O?
- Kim?
- O deyince aklına ilk gelen
- İki tane. Biri geçmiş, geçilmiş. Öbürü olamamış. Ayrıca da sıkıldım.
- En güzelini yapıyorsun. Takdir ediyorum seni. Güçlüsün sen aslında. Yakın, daha olası, daha kolay bu yeni heyecan değil mi :)
- Dans dans!!

* * *

  0 Fısıltı Eş-cins

Bir araya gelmişler yine. Sıkıntılı bizimkisi. Yüzünden düşen bin parça. Her şeye olan inancını yitirmiş. Kendine kızıyor, büyüttüklerine kızıyor!

Sonra arkadaşının küçük bi' hediyesi, küçük gülümsemeleri, terslemelerini alttan almaları... Arkadaşına "Hadi görüşürüz" diyor ve biraz Hedonist okuyor.

Tüm bunlar onu içiyle barışmaya ikna ediveriyor. Küslük bitiyor, o yine karnına geri dönüyor, başlıyorlar konuşmaya;

- Bu kız benim sevgilim olsun ya!
- Ha? Manyak mısın yahu?
- Aaa niye manyak oluyomuşum? Lezbiyenlik diye de bişi var di mi?
- O yüzden demiyorum salak! Arkadaşın diye diyorum!
- Alla halla arkadaştan sevgili olmaz mıymış ki? Ya da hangi akılsız öyle demiş?
- Eee şimdi sen lezbiyen olmaya mı karar verdin yani?
- Hmm... Bilmem, bilmem :)
- Haydaa... Ciddi ciddi düşünüyo kız! Deli mi ne!
- Alla halla nesi garip ki bunun bu kadar
- Pek rahat gördüm seni :)
- Ya ben bu kızla yıllardır beraber değil miyim zaten? Yıllardır tek bir kavgamız oldu mu, ya da sıkıldık mı birbirimizden? Saygılı, sevgili, hoşgörülü olmadık mı hep birbirimize. En çok biz anladık birbirimizi...
- E tamam işte çok iyi birer dostsunuz, orasına bir şey demedik ki
- Ben de diyorum ki ben kendime sevgili arayacağıma, karşımdaki insanda aradıklarımın hepsi bu kızda var... Hem de fazlasıyla!
- Eee
- Sevgilim olsun isticem. Bi kez daha gelsin, söylücem yüzüne
- Aaa delirdi kız resmen!
- Ya sevgilim olunca olanı biliyoruz işte. Kavga gürültü, kıskançlık, sevememe, çok sevme, sevdirememe, sevilememe... Ohooo bunlarla mı uğraşıcam ya
- Hmm... Aslında...
- Tek bi fark var, sevgilim dediğim adamla sevişiyorum o kadar.
- Bi' tek bu mu acaba fark hakkaten?
- Hatta bi' de düz mantık kuruvereyim sana. Dostumla, sevgilim arasındaki tek fark sevişmekse ve dostluğum yıllarca zerre çatırdamadan sürebiliyor fakat aşkım her 9 ayda bir ya bitiyor ya da bitiriliyorsa, o halde sevişmek kötüdür, yapılmamalıdır!
- Oeeehh!
- Bence gayet doğru bi' çıkarım yaptım :))
- O zaman ben de sana bi' çıkarım yapayım. Sevgililerinle sevişme!
- ?
- Nooldu :)) Gücüne mi gitti :)))
- Ama o zaman olmaz ki
- Neden olmaz :)
- Ama öyle sevgililik mi olur. Zaten olursa da o sevgililik olmaz ki, arkadaşlık gibi bi' şey olur.
- Hmm... Demek ki aynı noktaya döndük. Arkadaşlıkla sevgililik karıştırılmaması lazımmış :) Zaten karışamazmış :)
- Hmm. Bence sevgili yerine arkadaş aramak lazım. Böyle çelik gibi, bozulmayacak dostluklara dönüşecek arkadaşlıklar!
- Hmm...
- Hem arkadaşlar birbirini kıskanmıyor. Hem kıskansalar bile, sevgililikteki grup seksin karşılığı arkadaşlıkta ayıp değil :) Gayet güzel grup arkadaşlıkları yapabilirsin. Misal arkadaşın, onun tanımadığı senin yakın bi' arkadaşını mı kıskandı. Arkadaşlığın grup seksini teklif et onlara. Bir araya getir, üçünüz birlikte bir yerlere gidin, bir şeyler yapın, tamam işte. Yani arkadaşça sevişsinler bi' güzel... Ohhh mis :)
- Manyaksın sen ya :))
- Bence şahane oldu! Evet dost! Dost!

* * *

  1 Fısıltı Üçüncüsünde

Kanında beyaz... Elleri ağır, dünya yavaş... Göz kapakları açılamayacak kadar ağır... Yerde... Dudağı yeni aldığı mavi halının "Yeni aldın ya ondandır" denilen mavi tüycükleriyle karışırken.

Fabrika gibi tüycük üretip, açık renkli kısımlarında "Ne kadar kirliyim" imajı dağıtan halıya bile öfke duyarken, yumruğu sıkı sıkı, kızdığı halıyı yumruklarken...

- Dağıtacağım
- ...
- Dağıtacağım dedim!
- ...
- Nerdesin? "Dağıtma. Yapma, öyle saçma şey mi olur" desene!
- ...
- Yoksun di mi? Gittin... Evet, evet git... Dönme de zaten.
- ...
- Hiçbir boka yaramıyosun biliyosun di mi!
- ...
- Çok akıllısın sen di mi?
- ...
- Kıçımın akıllısı!
- ...
- Bana akıl değil mutluluk ver! Veremiyosan da git! Git, gelme!
- ...
- Aşşağılık bir insanım ben, evet! Doğru olan bu. Sen ne kadar da çıkıp tersini söylesen de böyle. Öyleyim... Nasıl olduğunu düşündüğünü kimse sormadı ki sana! Nasıl görünüyorsan, nasıl geçiyorsa karşıya osun işte sen! Yani aşşağılığın tekisin. Bir gıdım ötesi değil!
- ...
- Ben bu noktaya sensiz daha kolay gelirdim! Çok kolaydı ki bu! "Aman yapma, olur mu öyle" dediklerinin hepsini yapsaydım da bu noktadaydım?
- ...
- Halbuki sen beni tam da bu noktadan çoook uzaklara götürmek istememiş miydin? Bu nasıl bir gerizekalılık yahu! Açıklasana bana! Anlatsana!
- ...
- Hatta ben senin "yapma, etme"lerini yapsaydım çok daha iyi bir yerdeydim kesin! Eminim bundan!
- ...
- Hani en doğrusu buydu? Hani en doğrusunun da doğrusu buydu? Her seferinde sıçıyorsun farkındasın di mi!
- ...
- Acıklı olan ne biliyor musun? Doğrusunu yapmaya kasmayan, hiç düşünmeyen gerizekalılar bile istediklerini hatta istemediklerini, fazlasını hatta ve hatta haketmediklerini bile alırken sen yüz bin kere düşünüp, bir milyon kere çözüm yolları üretip, en doğrusunu bulup gidiyosun ya... Evet, böyle yaşıyorsun ya... Mantıklısın ya hep... Nereye varabiliyosun? En kötü sonuca! Hem de en kötüsüne.
- ...
- Ne kadar da beceriksizsin sen yahu! Yok yok, beceriksiz falan da değilsin, düpedüz aptalsın sen, aptal!
- ...
- Defol! Düşünme, istemiyorum! İstemiyorum seni... Her seferinde mahfediyosun beni... Her seferinde! Acıyorum, kanıyorum, ölüyorum...

Fonda çalan tınılar duyulmuyordu ki. Başka bir parça çalıyordu beyninde... Bazı yerlerin, kelimelerin, metaforların üzerinden tekrar geçe geçe... Geçe geçe...

Sanki ona yazılmıştı, ona konuşuyordu bu parça. Ayakları kırılana kadar yürüdü, yürüdü sonra sızdı mavi halısının üzerinde, ağızlarından karanlık, siyah salyalar akıtarak

- Yutkunamadı, ağır geldi bu (3.) ona;

I think I'll go home and mull this over
Before I cram it down my throat
At long last it's crashed, its colossal mass
Has broken up into bits in my moat


- Soğuk gecenin köründe yürüdü hiçbir yere;
Go meander in the cold
Hail to your dark skin
Hiding the fact you're dead again


- Tüm doğruları mumbo jumboymuş oysa;
It's a luscious mix of words and tricks
That let us bet when you know we should've fold
On rocks I dreamt of where we'd stepped
And of the whole mess of roads we're now on


- Doğrusu moğrusu olmayan adamlar nasıl bu kadar mutlu olabilirmiş;
I got so old just wondering how
Never got cold wearing nothing in the snow


- Yine de kullanacak bu doğrularını adı gibi biliyor ama yine hiçbiri bir boka yaramayacak;
All these squawking birds won't quit
Building nothing, laying bricks

* * *

  7 Fısıltı Müteahhit

Mikrodalgadaki hazır yemeğin ısındığını haykıran sinyal öter. Duymaz sanki. Duyar ama kımıldamaz. Kımıldamak zor gelir, masanın üzerine dayalı dirseğinden yukarı çıkan kolunun sonundaki, çenesine dayanan elindeki parmaklar, yanağına ardışık noktalar koyar, koyar, koyar... Zaman geçer, geçer, geçer...

- Bir sürü şey yapmam gerek ama bak ben burda oturuyorum
- Bir sürü şey yapman gerektiğini bildiğin halde oturuyorsun öylece. Bilmesen, her birini yapamayacak biri olsan anlarım ama şu atıl halini hiçbir şekilde açıklayamazsın bana
- Doydum
- Ne yaşadın ki daha?
- Ne yaşayabilirim ki daha?
- Saçmalıyorsun
- Hadi bi' düşün, bunca yıldır benimle birliktesin, ne kaldı yaşayacağım? Sevdim, sevildim, özledim, kavuşamadım, acı çektim, aldım, aldım, aldım, seviştim, öpüştüm, gülümsedim, ağladım, ağlattım, kahkaha patlattım, onca doluyken ağlayamadım, kanadım, kanattım, öldüm, öldürdüm, terkedildim, terkettim, aldım, aldım, aldım...
- Tamam yeter tamam... Böyle konuştuğuna inanamıyorum. Her şeyin bu kadar basit olduğuna inandığını düşünmüyorum, kusura bakma
- Aynen öyle, gayet basit. Her şeyi hissettim artık ve yaşlandım. Hatta öldüm ben. Bak, öyle hareketsizim ki... Bu genç yaşımda saçlarıma hislerin beyazlığı düştü, daha boyatmadan bile beyazları yokken...
- Böylesi zor geliyor, onun için kendini sıkıştırıyorsun kendinle değil mi? Zor olsun istiyorsun. Zor gelsin hayat sana. Zor gelsin ki bir bahanen daha olsun öylecene hareketsiz kalabilmen için
- Neden hareketsiz kalmak isteyeyim ki
- Seçimlerle karşılaşmamak için
- Ne seçimi?
- Hayat... Hayatı başka ne zannediyorsun ki... Bu güne kadar ismini, seni, ruhunu inşaa eden seçtiklerin olmadı mı? Seçemiyorum ki deme bana! Gayet seçebildin işte bu güne kadar.
- Evet işte, bu ana kadar adımı inşaa ettim ve bitti... Artık daha bir tuğla daha koyamam
- Ev öylece dursun diye yapılmaz, içinde yaşansın diye yapılır. Müteahhit misin sen!
- Doydum diyorum, hiçbir şey istemiyorum, istemek istiyorum ama yok... Hani ne isteyeyim?
- Bir yola sap, farklı bir yola... Daha önce hiç sapmadığın bir yola. Bakalım o zaman da emin olabilecek misin öldüğünden.
- Tüm yollar aynı ki, hepsinden geçtim ki...
- Lora rennt'i izledin mi sen?
- Hayır?
- O zaman izle. Hiçbir yol, hiçbir zaman aynı değildir. Aynı yola 5 saniye sonra girdiğinde bile değişecek o yol! Bana her şeyin aynılığından bahsetme, aklını kullanmamak için kendini zorlama, öyle akıllısın ki aslında... Bak beni büyütüyorsun içinde... Bunları söyletiyorsun bana...
- İyi iyi, sus... Böyle bıdı bıdı konuşacağına, işe yararsan da şu mikrodalgadakini alıp gelsen...

* * *

  2 Fısıltı 100?

Uçuyordu afet şehrin üzerinde. Görüyordu en ücra köşelerini, öyle güzeldi ki... Uçuyordu ve tekrar hayran oluyordu.

- Ne kadar azmış oysa
- Ne?
- Büyütüyor insan değil mi... Büyütüyor, en güzel yapıyor farketmeden.
- Neden bahsediyorsun?
- Bazen istediğini alırsın ama ihtiyacın olan değildir ya, ondan bahsediyorum.
- Hmm... Yine aynı yerdesin sen
- Daha büyük olduğunu zannetmiştim...
- Değil işte, kabullen artık
- Büyüsün, büyütmek istiyorum, aşkımı görmek istiyorum onda, sevişimi görmek istiyorum
- Bu kuş kadar halinle hiçbir şeyi büyütemezsin sen
- Teşekkür ederim!!
- Ruhun kuş kadar kaldı, yetmez kahramanlıklara... Maalesef ama öyle... Ateşli ateşli öpüşmeye devam et sen, elindeki bu, aslında hiç de fena değil, ha? Ne dersin?

Şehir öyle uzak dururken, birden, haşin bir şekilde çekti telefon direklerinin telleriyle kendisine. Öyle bir bastırdı ki böğrüne... Bu kadar yakınken, bu kadar içindeyken şehrin, hiçbir şey beklediği kadar güzel değildi. Nostaljik bir güzellik ararken en zamanın ötesinde binalarıyla karşılaştı, çılgınlar gibi öpüşürken şehirle... Sevmedi ki o postmoderni hiç... "Ne kadar azmış oysa" diye mırıldandı sonra...

3000

100

?

* * *