0 Fısıltı Şeftali

Bir yere gidecek yine. Giyiniyor. Her zamanki gibi "Ne vardı benim yerime ne giyeceğime karar veren biri olsa, ne vardı bunları birisi giydiriverse ben oturur, müzik dinlerken" diye iç geçiriyor. Eringenlik yine kanında geziyor...

Eringen ama beyni boş durmaz ki hiç. İşte yine aynaya, kendi gözlerinin içine bakarken binbir türlü düşünce aklına geliveriyor, mır mır mır...

Zaman zaman kendi kendine, sesli sesli konuştuğunu başka kimse bilmesin istiyor.

Aynada dudaklarının kıpırdayışını, kendiyle bir başkası gibi konuşurken gözlerinin, kaşlarının şekilden şekle girişini takip ediyor.

- Gitti yine
- Üff ne hali varsa görsün
- Hmm, sıkmış seni bi' hayli
- Ne bekliyor ki benden anlamıyorum? Ne istiyor?
- Ne mi istiyor? Şaka yapıyorsun sanırım.
- Hayır! Bilmiyorum ne istediğini. Benim olduğum yeri görmüyor mu ki?
- Görüyor. Zaten sorun da bu ya. Seni orda görmek istemiyor. Yanında istiyor. Hem neden ordasın ki sen?
- Alla halla!?
- Sevmek istiyor seni
- E sevsin, sevmesin mi dedim ki?
- E Yuh artık
- Nee!? Ne yuh? Bir gelip, bir gidiyor, sevecekse sevsin işte
- Bu kadar mı boşsun ki sen ona.
- Hayır. Boş değilim ama ne istiyor benden daha fazla onu anlamıyorum. Bilmiyor muydu ki nasıl bir denizde yüzdüğünü? Parça parçayım ben...
- Hakkaten neden parça parçasın ki sen? Böyle olunca küçük küçük oluyorsun, küçülüyor ruhun...
- Yok öyle bir şey. Gayet mutluyum ben. Benim denizim var, ve yüzmesine izin verdiklerimle birlikte yüzüyorum mutlu mesut
- Sonradan farketti işte, senin deniz dediğin okyanusmuş. Yüze yüze bir gün biter, karaya çıkarım zannetmiş. Yazık, deniz zannettiği okyanusun ortasına düşmüş de olsa, karaya çıkabilme umudu varmış. Seninle aynı karaya, aynı adaya, beraber... sen ve o.
- E öyle bir ihtimal yok mu dedim ki?
- Nasıl yani? Hangi tavrın, hangi kararın bu ihtimalden bahsediyor söyler misin? Bir sürü parçan, bir sürü yerde?
- Güzel güzel bakıyoruz birbirimize, güzel güzel, hararetli hararetli konuşuyoruz, doymuyoruz birbirimize... Arzuluyoruz, yetmiyor mu ki? Ne güzel işte?
- Bu mu yani?
- E ne olacaktı?
- Haksızlık etmiyor musun biraz?
- Ne gibi?
- Televizyon mu ki o?
- Nasıl yani?
- Sen açacaksın, izleyeceksin sonra keyfin yetince kapayacaksın. Ona televizyondan ya da iyi anlaştığın bir arkadaşından daha farklı olduğunu hissettirmezsen ne bekliyorsun ki sonuç olarak gitmesinden başka?
- Niye aksini yapayım peki? Neden sadece güzelliklerini almayayım. Diğer yanları batarsa, acıtırsa?
- Kusura bakma ama bu biraz sömürmeye benziyor. Şeftalinin çekirdeğinden korkup fabrikasyon, kutudaki bayat suyunu tercih etmek gibi. Şeftalinin kendisi varken, böyle bi güzellik varken...
- O da beni sömürsün. Onun beni sömürmesine izin vermiyor muyum sanki?
- Eee, ne ki bu şimdi? Ne garip bir şey bu? Sevgi neresinde bunun?
- Bir yerlerindedir, ya da yoktur bilmiyorum. Ben sadece güzellik peşindeyim artık
- Küçük güzellikler, küçük mutluluklar... Neden büyütmesi için bir şans vermiyorsun ki? Diğerlerine verdiğin şansın ufacığını bile haketmiyor mu yani?
- Yaa ama ben çok uzaktayım!!
- Bahanem bu diyosun yani?
- Daha büyük ve geçerli bir bahane olur mu ki?
- Senin hemen apar topar o uzağı ortadan kaldırmanı mı bekliyor zannediyorsun ki?
- Bilmiyorum.
- Üzgünüm ama çok küçülttün onu sen. Hak etmiyor ki bunları. Büyük gönüllere yakışıyor o. Büyük sevdaların peşinde o. İki gülüş, iki bakışla oyalanmak istemiyor. Oysa o kadar dolu ki... O kadar güzel ki... Göremiyor musun? İstemiyor musun ki sen onu, kaçırmaktan korkmuyor musun?
- Kendiliğinden benim olanlar benim olacak artık. Ben "benim olsun" diye çaba harcamaktan yoruldum, halim yok.
- Tam zamanıydı değil mi! Tam zamanıydı bu yorgunluğun!

* * *

Hiç yorum yok: